İlk günden itibaren kullandığı net ve meydan okuyan stratejisi ile Trump, Cumhuriyetçi Parti içinde kendisine karşı yarışan ağır topları tek tek elemişti. Güvenlik stratejisi ile başlamıştı. Aynı strateji ile yoluna devam ediyor. Bu konudaki en son filmlerinden biri olan “İki Amerika” adlı reklam filminde Clinton’un Amerikasını ve kendi Amerikasını net olarak tarif ediyor.
Her ne kadar kendisi sistemden sonuna kadar yararlanmış bir iş adamı olsa da Trump, Orta Amerikanın beyaz seçmenini sisteme karşı kışkırtıyor. Sistemden hoşnutsuz olanların kalbine hitap edebilmek için her yolu deniyor. Özellikle sistemin dışında kalan veya kaybeden beyaz seçmene sesleniyor ve “Biliyorum kızgınsınız. Çünkü ben de kızgınım” diye sesini yükseltiyor.
Kısa konuşuyor. Basit ve kesin bir dil kullanıyor. Belki, bir siyasetçi için fazlasıyla basit bir dili var. Destekçileri kıvrak zekasını, kimseyi iplemeyen hazır cevaplığını seviyor. Kendine güvenli. Pek çok kişi bu güveni “cahil cesareti” olarak yorumlasa da aldırmıyor.Çoğu kez kasten kullandığı ayrıştırıcı diliyle ve günlük olaylara verdiği anlık reaksiyonlarla, kendi kitlesinde güçlü ve eğlenceli bir figür olarak kabul ediliyor.
Öte yandan dilinin kemiği yok. Bu dilin bir başkan adayına uygun inceliğe sahip olduğunu kabul edecek neredeyse kimse yok. Kampanyasının Hillary ile olan ikinci aşamasına “Sahtekar Hillary” diye seslenerek başlamıştı. Bu konuda bir reklam filmi bile yaptırdı.
Siyasi doğruculuk gibi bir derdi hiç yok.“Amerika’nın siyasi doğruculukla uğraşacak vakti yok. Çünkü başımız dertte. Artık kazanamıyoruz. Ticarette Çin, sınırlarda Meksika bizi dövüyor. Önüne gelen bizi yeniyor. Ben seçilirsem Çin’i sürekli döveceğim” diyor. Japonya’ya karşı da tavrı aynı. “Japonlar bize milyonlarca otomobil satıyor. En son ne zaman Tokyo’da bir Chevrolet gördünüz? Amerika için neyin doğru olduğunu ben bilirim” diyor.
Siyasi doğruculuk derdi olmadığı gibi, Trump’ın kişisel doğruluk derdi de yok. Pek çok önemli konuda bir gün öyle bir gün böyle konuşabiliyor, davranabiliyor. Sık sık yalan söylediği ifade ediliyor. Gerçekten de bazı konularda gerçeklerle pek te örtüşmeyen şeyler söylediği ortaya çıktı. Ama özür dilediği hiç görülmedi.
Siyaseten pek çok önemli konudan bihaber bir görünüm arzediyor. Bir konuda sıkıştırıldığında veya önemli sorunların çözümü konusunda ne önerdiği sorulduğunda “Şimdiden bunları söyleyip, düşmanlarımıza kopya vermek istemiyorum” diye sıyırabiliyor. Bir diğer ifadeyle Trump kendisini, Amerikalı seçmene büyük fotoğrafa odaklanan, büyük meseleleri çözebilecek olan ve o nedenle de detaylarla pek ilgilenmeyen büyük adam olarak satıyor.
Seçmenleri ise gerçekte her meseleye sahip olduğu ve hayatın her alanında süper hazırlıkları olduğu için değil, sistemi sarsabileceğine inandıkları için Trump’ı destekliyorlar. Gerçekler veya entellektüel düzey onlar için çok ta önemli değil. Yeter ki, Trump “Amerikayı yeniden büyütsün!”
Saldır saldırabildiğin kadar!
2016 Başkanlık kampanyası şimdiye kadar hatırlanan en çılgın başkanlık kampanyası. Bugüne kadar görülmüş en az sevilen adaylar ve en kalifiye ile en az kalifiye başkan adayları yarışıyor. Ve ilk defa bir aday rakibine aklına ne gelirse söyleyebiliyor ve bunlar yanına kar kalabiliyor.
Bu kampanya siyasi yorumcularının habire “Buraya kadar! Donald Trump artık çok ileri gitti” demeleriyle ve her seferinde yanıldıklarını anlamaları ve sadece birkaç gün içerisinde çok daha büyük bir feveran ile yorum yapmaya zorlanmalarıyla hatırlanacak.
Trump geçen yıl adaylığını açıkladığında Başkan Obama’ya saldırarak işe başlamıştı. Günlerce Obama’nın ABD sınırları içinde doğmadığını, o nedenle başkanlığının meşru olmadığını söyledi ve hatta bunun için sahte sivil bir “Doğum hareketi” bile başlattı.
16 Haziran 2015’te, tüm Meksikalı göçmenleri “suçlu” ve “tecavüzcü” ilan etti, Meksika sınırına dev bir duvar öreceğini ve masrafını da Meksika’ya ödeteceğini söyleyerek vaadde sınır tanımadığını kanıtladı. Üç ay sonra, ülkeye kaçak yollarla gelen 12 milyon göçmeni sınır dışı edeceğini söyleyerek Latin karşıtlığına yeni bir seviye getirdi. Arkasından da yasal yollarla girseler dahi Müslümanların ülkeye girişini yasaklayacağı şeklindeki vaadi geldi.
Trump parti içinde de doğrudan rakibi olmayan çeşitli isimlere eleştiri oklarını yöneltti. Senatör John McCain’i hor gören bir dil tutturdu. Ülkede savaş kahramanı kabul edilen McCain ile alay etti ve o da yanına kar kaldı. Dahası 12 yıl önce Irak’ta bir intihar bombacısı tarafından öldürülen Müslüman bir yüzbaşının madalyalı ebeyenlerini bile meşru hedef ilan etti. Yetmedi; Papa Francis’e saldırdı.
Bu sene yaz aylarında ise Obama’yı IŞİD’in “kurucusu” ilan etti. Ve daha yakın zamanda “neler olduğunu görmek için” Clinton’ın Gizli Servis korumasını kaldırmayı önerdi. Tüm bunları yaparken Vladimir Putin’i ise sürekli olarak övüyordu.
Nihayet geçtiğimiz ayın sonunda Obama’nın ABD’de doğduğunu kabul etti, ama ardından Clinton’ı sahte “Doğum Hareketini” başlatmakla suçladı. Bu suçlama açıkça bir yalandı.
Bu ölçüsüzlüklerden herhangi biri bile bir başka adayı çökertmeye yeterdi. Buna karşın Donald Trump söylediği şeylerden hiçbiri için özür dilemedi veya sözleri için herhangi bir bedel ödemedi. Medyada hep daha fazla yer edinmeye ve her gün gündemi belirlemeye devam etti.
Pek çok kişi özellikle medyanın bu tutumunu çifte standart olarak yorumluyor.
Oysa destekçilerinin gözünde Trump dosdoğru- dolambaçsız bir savaşçı. Ne zaman argo ve seviyesiz bir dil kullansa, “işte bu, adamın dilinin sansüre ihtiyacı yok” diye yırtınıyorlar. “Donald, yine Donald’lık yapıyor!”
“Earned” medya ve sosyal medya avantajı
Donald Trump için “bilgisiz, cahil, yalancı, çapsız” diyenler bile onun medya ve sosyal medya alanındaki becerisini görmezden gelemiyor. Yıllarca medyada program yapmış ve toplumun nabzını tutmayı öğrenmiş bir figür olarak Trump, gelişen olaylara sosyal medyada anlık reaksiyon göstererek gündemi belirlemeyi başardı. Trump en sessiz kaldığı zamanlarda bile, Twitter veya Facebook gibi sosyal medya kanalları aracılığı ile gündemi sarstı ve ana medya kanallarına haber olabilmeyi başardı. Rakiplerine ise onun belirlediği gündemi tartışmak kaldı.
Trump belki profesyonel bir siyasetçi sayılamaz ama, profesyonel bir iletişimci ve pazarlamacı disiplinine sahip olduğu kesin. Sadece sosyal medyada değil, TV ve Radyo kanallarında da neredeyse onu 24 saat yayında görmeniz mümkün.
Programlara tepki veriyor, cevap veriyor veya katılıyor. O nedenle de, hem ön seçimler sırasında hem de Hillary Clinton’a karşı halen devam eden mücadelesinde, rakiplerinden çok daha düşük bütçe kullandı, kullanıyor. Çünkü mesajlarını iletmek için parayla yer satın almaya rakipleri kadar ihtiyacı kalmıyor. Trump’ın modern ve sofistike bir pazarlamacı olduğuna şüphe yok. Manşetlere çıkmanın, medyada gündem olmanın sevilmekten daha önemli olduğuna inanıyor. Hillary ille de siyasi çerçevede düşünürken o postmodern pazarlamanın her biçimini kullanıyor.
Şurası kesin ki, Trump ne yaptığını iyi biliyor. Her ne kadar şimşekleri üzerine toplamaya devam etse de, kendisine ön seçimleri kazandıran pozisyonundan vaz geçmiyor. Hala yasa dışı göçmenleri sınır dışı etmekten bahsediyor, hala Meksika sınırına duvar öreceğini tekrar ediyor, hala Müslümanların yasal yollardan bile Amerikanın sınırlarından içeri girmesini karşı çıkıyor…
MediaCat, Ekim 2016 sayısı