Türkiye’de 1990’lardan itibaren şiddetlenen bir değerler siyaseti çatışması söz konusudur.
Ağırlıklı olarak Türkiye’deki siyaset buna dönüşmüştür. Bunun en önemli sebebi, Merkez Sol’un Berlin Duvarı’nın çöküşüyle gözden düşmesi, Merkez Sağ’ın ise kirlenmesi ve 90’ların sonunda yok olmasıdır.
Merkez Sağ’dan boşalan alanı dolduran Muhafazakar Sağ, Türkiye’nin geleceği ile ilgili yeni sözler söyledi ve toplumu ikna etti. Milli Görüş geleneğinden gelen partiler, son birkaç on yıllık zaman diliminde, kendi bakış açılarından toplumun yeterince muhafazakar olmadığından hareketle, topluma daha muhafazakar bir gelecek tanımladılar ve toplumun tırnak içinde kendi özüne, kendi değerlerine dönük hale getirilmesini hedeflediler. Seçmene bununla ilgili vaadlerde bulunarak yol aldılar.
Rakipleri bu fikirle rekabet edecek bir düşünce sistematiği geliştirmeyi başaramadığı için de büyüdüler.
1980’lerin ortasından 90’lara ve 2000’lere kadar yaşanan süreçte giderek gelişen ve aslında bir çevre siyaseti iken bir ana siyaset haline dönüşen bu akım, topluma şunu söyledi: “Toplumun mevcut hali kendi özüyle hemhal değildir, bunun değiştirilmesi ve özüne dönmesi lazımdır”
Ülkemizdeki “Yeni Muhafazakar” siyaset, topyekün olarak bu sistematik üzerine kurguladı.
Bu hedefe yönelik olarak Merkez Sağ siyaset ve Merkez Sol siyasetin itirazları oldu ama, yukarda belirtildiği gibi biri eridi, diğeri de kendini statüko siyasetine hapsetti. Son yıllarda yaşadığımız bu toplumsal gerilim ve ayrışma, bu toplumsal kopuşun arka planında bu mücadele var.
Dolayısıyla toplumun bir bölümü adına yola çıkmış bulunan “Yeni Muhafazakar” siyaset yani mevcut iktidar, toplumu daha muhafazakar bir yapıya taşımak isterken, merkezin solu ve artık kırıntısı kalmış olan merkezin sağı buna doğal olarak direniş gösteriyor. Son birkaç yıldır yaşadığımız gerginliklerin özeti budur.
Türkiye’deki siyaset batıdaki siyasetle kıyaslandığında, konjonktürel olarak bir değerler siyaseti görünümündedir ve anlaşılan o ki bir müddet daha böyle akacaktır. Ne yazık ki bu akış, gündelik hayatımızı iyileştirecek bir akış değildir.
Ne yazık ki, siyasetin kendini ve toplumu hapsettiği bu ayrışma ve bu kopuş, bireysel ve toplumsal huzurumuza ve refahımıza mal oluyor. Türkiye’de siyasetin ve siyasi oyuncuların olgunlaşmaya ve uzlaşmaya ihtiyacı var; kurucu değerler üzerinden kapışmaya değil.