Hiç unutmuyorum. 1999 Genel Seçimlerinden hemen önceydi. Ankara Ticaret Odası’nda bir “Siyasi İletişim Konferansı” düzenlenmişti.
Konferanstaki konuşmacılardan biri de bendim. O sabah iki açılış konuşmacısı birden vardı: Biri, oda başkanı Sinan Aygün. Diğeri ise, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal.
Kürsüye ilk çıkan Sinan Aygün, siyasi iletişimin neden önemli olduğunu kendi bakış açısından anlattı. Aygün’e göre Usame Bin Ladin, küresel siyasi bir marka olmuştu.
Deniz Baykal ise, bayrak yapan, afiş basan, balon üreten “kimi esnafın” kendi cirosunu artırmak için “siyasi iletişim laflarıyla” her seçim öncesinde piyasaya çıktığını, onlara birşeyler yaptırmadan olmadığını, ama bu “siyasi iletişim” meselesini çok da abartmamak gerektiğini buyurdu!
İnanın ki, bunlar ayniyle vaki oldu.
Bugünün siyasi elitinin dikkate değer bir kısmının “siyasi iletişim”den anladığı şey ne yazık ki bu. Onun için, “siyasi iletişim” Türkiye için hala komik bir laf. Komikliği, siyasi iletişimin bir uzmanlık işi olarak algılanmıyor olmasından kaynaklanmıyor sadece. Bir türlü ciddi bir meslek dalına dönüşememesinden de kaynaklanıyor.
Evet, bir taraftan komik. Ama bir taraftan da, “siyasi iletişimi” ve “siyasi iletişimcileri” böyle algılayan o günkü CHP’nin 1999 Genel Seçimlerinde barajın altında kalmış olması ise trajik.
Ne yazık ki, siyasi iletişim bazen kuru gürültüdür.
Eğer mevcut çevresel koşulları ve muhtemel koşulların anlamadan işe koyulduysanız, stratejiyi düşünmeden slogan, amblem vs. peşine düştüyseniz siyasi iletişim kuru gürültüden ibarettir.
Siyasi iletişim danışmanınız olduğu halde, bildiğinizi okumaya devam ediyorsanız, siyasi iletişim sizin için kuru gürültüdür.
Stratejisi olmayan yaratıcı uygulamaları size dayıyorlarsa ve siz de bunları onaylıyorsanız, siyasi iletişim sizin için kuru gürültüdür.
(BrandAge, Mayıs 2011 sayısındaki makaleden.)