Türkiye stratejik olarak turizm sektörüne yatırım yapmaya 1980’lerin başında karar verdi. Turgut Özal hükümetleri önemli teşvik kararları çıkararak turizmle ilgili girişimleri destekledi. Kıyılarda pek çok alan turizm sektörüne tahsis edildi. Aklında turizm yatırımı olmayan gruplar ve özellikle de inşaat sektöründeki müteahhitlik firmaları cesaretlendirildi. On yılı aşkın bir altyapı süreci yaşandı.
10 yılı aşkın bir süre içinde devlet teşvikiyle Ege kıyılarından Antalya’ya kadar olan sahillerde onlarca 5 yıldızlı otel kuruldu. Ülkedeki yatak kapasitesi bir kaç kat arttırıldı. Ardından insan kaynakları eğitildi.
Tüm bu hu hazırlıklar, ülkenin bir destinasyon olarak turizme hazırlanması aşamasıydı. Pazarlama diliyle söyleyecek olursak, 1980-1995 arası bu süreç ürün geliştirme ve dağıtım (product & place) aşamalarıydı.
90’ların ikinci yarısında tanıtım (promotion) aşamasına geçildi. Turizm sektörü global rekabete hazırdı ve profesyonel tanıtıma başlanıyordu. Türkiye’ye gelen turist sayısı 7 milyon civarındayken, 1999’da profesyonel tanıtım kampanyalarına başlandı. 15 yıl boyunca istikrarlı bir şekilde tanıtım kampanyaları yürütüldü. Sonuçta, TÜİK verilerine göre geride bıraktığımız yıl, ülkemizi ziyaret edenlerin sayısı (bıyıklı turistler dahil) 39,2 milyona, toplam gelirler ise 32,3 milyar dolara ulaştı.
Türkiye’nin turizm sektöründe elde ettiği bu sonuç, dünyadaki en hızlı ilerleme… Turizm sektöründe bu başarının dünya çapında başka bir örneği yok. Bu ülkede başka hiçbir sektör, bu kadar kısa bir zaman diliminde reel olarak 5-6 kat büyüyemedi. Bu büyüme, hem turist sayısı hem de ülkeye getirilen toplam döviz miktarı açısından tam bir başarı hikâyesidir. Türkiye ziyaretçi sayısı bakımından dünyada altıncı, turizm gelirleri bakımından onuncu sıraya yerleşti. Ve bugün itibariyle turizm sektörü, tek başına ülkenin cari açığının % 60’nı kapatacak bir büyüklüğe erişti.
Bu başarı hikayesi tek başına hiç bir siyasi lidere, hiç bir partiye ve hükümete mal edilemez. Bu başarı hikayesinde, 1983’ten beri görev yapan tüm hükümetlerin, turizm bakanlarının ve turizm bürokrasisinin payı ve hakkı vardır. Ama bir o kadar da, turizm sektörüne yatırım yapan girişimciler ve sivil toplum kuruluşları bu başarının ortaklarıdır.
2008-2013 yılları arasında bu başarıya biz de şahsen ve ekip olarak, Amerika- Kanada- Meksika, İngiltere- İrlanda gibi Batı pazarlarında ve Rusya dahil 15 Doğu Avrupa pazarında tanıtım kampanyaları sorumlulukları üstlenerek katkıda bulunduk.
Türkiye nasıl başardı?
Türkiye’nin turizmde elde ettiği başarıyı yaratan etkenler şunlar:
1. En önemli etken Türkiye’nin coğrafi özellikleri ve lokasyonudur. Türkiye öyle muazzam bir lokasyonda ki, kendiliğinden bir turizm ülkesi… Global bir başarı hikayesi için turizm alanındaki çabaların desteklenmesi ve koordinasyonu yeterliydi.
2. Siyasetin verdiği stratejik karar. Siyaset ve bürokrasi, 1980’li yılların başında turizmin stratejik bir sektör olduğunu anladı. Bu yönde bir sektör yaratma gayretine girdi. Bunun sonucu olarak, altyapı, tahsis ve destekleme kararları alındı. Böylece 15 yıl gibi kısa bir sürede dünyadaki standartların üzerinde yüzbinlerce yatak kapasitesine ulaşıldı.
3. Global ölçekte sürdürülebilir pazarlama bütçesi ve istikrarlı iletişim yatırımı. Türkiye 1999’dan beri her yıl 110 – 120 milyon dolar civarında bir bütçeyi global pazarlama faaliyetleri için kullanıyor. Bu bütçenin 50 milyon doları medyaya harcanıyor. Kalanıyla lokal tur operatörleriyle birlikte reklam kampanyaları yapılıyor; fuarlar, kültür ve sanat etkinlikleri düzenleniyor ve Turizm Bakanlığı’nın yurtdışı ofisleri finanse ediliyor.
4. Türkiye’nin her profilden ziyaretçiye uygun vaatler sunabilmesidir. 50-60 yaş üstü ziyaretçilere kültür, tarih ya da sağlık turizmi imkanı sunulurken gençlere de, deniz, kum, güneş ve eğlence hayatı sunulabiliyor.
5. Son yıllarda ortaya çıkan bir diğer önemli etken Türk dizileridir. Bu diziler, hiç kimsenin önceden planlamadığı, öngörmediği, düşünemediği ve beceremediği bir şeyi başardı. Ortak tarihi paylaştığımız yakın coğrafyada, Orta Doğuve Balkanlar’da, Kuzey Afrika’da, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Rusyadahil eski Sovyetler coğrafyasında Türkiye’nin yumuşak gücü haline geldi.
Bu coğrafyalarda yaşayan insanlar, TV dizilerinin etkisiyle uzunca bir dönem merak ettikleri ve çoğu zaman negatif duygular besledikleri Türkiye’yi farklı bir gözle görmeye başladılar. Neticede bu durum, turizm adına önemli ve pozitif sonuçlar doğurmaya başladı.
Daha gidecek çok yolumuz var
Bütün bu anlattıklarımız, başarı hikayesinin olumlu tarafları. Bugün itibariyle Türkiye kitlesel turizmde gelinecek en önemli noktaya geldi. Bundan sonra işimiz, bundan önceki kadar kolay değil. Türkiye’nin yoluna devam edebilmesi için iyileştirilmesi gereken pek çok alan mevcut.
Bize göre bu alanlar şunlar:
a. Türkiye bugüne kadar ülke markası algısından çok, satışkampanyalarına yöneldi. Global bir ülke markası yönetimi yaklaşımı çoğu kez önemsenmedi. Çünkü Türkiye bir kitlesel turizm destinasyonu ve doldurulması gereken çok sayıda yatak var.
b. Sürekli artan arz nedeniyle geride bıraktığımız 10 yıl boyunca, ülkemizdeki tesisler hak ettiklerinin fiyatın altında satışyapmak durumunda kaldı. Bir başka ifadeyle, Türkiye’ye gelen ziyaretçiler diğer ülkelere oranla daha az kişi başı harcama yapıyor. Türkiye’nin bundan sonra bu soruna odaklanması şarttır.
c. Türkiye’nin satış politikalarında ‘her şey dahil’sistemini revize etmesi veya yavaş yavaş uzaklaşması gerekiyor. Çünkü mevcut haliyle ‘her şey dahil’ sisteminin ne ülkeye ne de tesise faydası var. Bu sistemle kar üretmek her geçen gün daha da zorlaşıyor. O yüzden tesislerin birçoğu sezon sonunda satışa çıkıyor.
d. Reklama ilişkin ne yaparsak yapalım, eğer ülkeye gelen turist otele kapanıyor ve otelden dışarı çıkacak bir neden bulamıyorsa, nereyse hiç ekstra harcama yapmayacaktır. Ve toplam ülke geliri de artmayacaktır. Turizm sektörünün daha kârlı hale gelmesinin yolu, entegre bir kültür endüstrisi yaratmak ve kültür ve tarih pazarlamak ile mümkündür. Bu nedenle yaratıcı kültür etkinlikleri için altyapı ve teşvik uygulamaları gereklidir.
Bu ise ülkenin her yanında kültür ve sanat alanında yaratıcı beyinler yetiştirecek eğitim kurumlarının açılmasıyla, demokrasi ve ‘hoşgörü’ ikliminin geliştirilmesiyle mümkün olabilir.
Radikal, 15 Eylül 2014