Türkiye’nin yaratıcı sınıflarının ilk global başarısı, diziler… |
Türkiye kuruluşundan bugüne yaratıcılığın ve yeteneğin değerini bilen bir ülke olmayı başaramadı. Başka ülkelerde yetişen yetenekleri çekmek konusunda bilinçli bir politika da geliştiremedi. Sadece savaş ve uluslararası kriz zamanlarında göç kabul etti. Farklı etnik gruplardan çeşitli alanlarda yartıcı gücü bilinen vatandaşlarına hayatı zindan ederek elinden kaçırdı.
Daha da ötesi, tüm eğitim masraflarını kendi kaynaklarıyla karşıladığı binlerce yaratıcı beyni başka ülkelere kaptırdı, kaptırmaya devam ediyor.
Bugün ülkeler arasındaki rekabetin en önemli alanı yaratıcı sınıflardır. Bir ülke her meslekten ve iş kolundan ne kadar yaratıcı yetiştirebiliyor veya ithal edebiliyorsa o kadar hızla zenginleşiyor.
Dünya üzerinde kalkınmış hangi ülkeye bakarsanız bakın, zenginliklerinin temelinde hep aynı şeyi görürsünüz: Yaratıcılık! Yaratıcılığın değerini önce kavrayan toplumlar, hızla diğerlerini geride bıraktılar. Farklılıklardan korkan, yaratma cesaretinden yoksun toplumların hali ise ortada.
Türkiye ve televizyon deyince…
Türkiye’de son dönemlerde reklamcılık, sinema ya da müzik gibi alanlarda yaratıcı isimlerin varlığından söz etmek mümkün. Ancak bizde yaratıcılık henüz herkesin kendi yolunu kendi başına açarak ilerleyebildiği son derece zorlu bir parkur.
Kendi kendine yeni bir yol açan ve bizi, Dünyayla ilişkimizi yeniden düşünmeye sevk eden dizi film sektörü bu alanda oldukça iyi bir örnek.
Gerçekten de dizi film ihracında son derece hızlı, şaşırtıcı gelişmeler yaşanıyor. Bugün Türkiye yalnızca ortak bir tarih ve kültürü paylaştığı yakın coğrafyasındaki ülkelere televizyon dizileri pazarlayan bir ülke değil artık.
Örneğin İsveç’te yayınlanan bir Türk dizisi de rahatlıkla ülkede yayınlanan tüm Amerikan dizilerini geride bırakıp en fazla izlenen dizi olabiliyor. (Başrollerini Yiğit Özşener, Nehir Erdoğan, Erkan Can, Engin Altan Düzyatan, Berrak Tüzünataç’ın paylaştığı “Son” adlı bu televizyon dizisi İsveç dışında 30 küsur ülkeye daha satılmış. Dizinin yeniden çekim haklarını alan iki de ülke var: Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya.)
Bir düşünün; diziler olmasa, Türkiye bunca ülkedeki televizyon izleyicilerinin gündeminde – hem de haftalarca – kendine nasıl yer bulabilirdi? O izleyiciler ki “Türkiye ve televizyon” denince muhtemelen akıllarına doğal ya da insani felaketlerin haberleri gelmektedir…
Türkiye’nin en etkili “soft power”ı
Doğaları itibariyle, yaratıcılık sektörünün ürünleri yalnızca birer ürün değildirler. Bu tarz ürünler sembolleri, değerleri, mesajları taşıma kapasiteleri açısından diğer ürün ve hizmetlerden çok daha fazla potansiyele sahiptirler.
Nitekim, Türk dizilerinin dış pazarlara satışı ve yayınıyla birlikte yeni bir sürecin başladığını görüyoruz. Bu diziler, fındık, incir ya da buzdolabı satarak elde edemediğimiz bir gücü sağlıyorlar. Bu, günümüz diplomasisinde “soft power” denilen güçtür ve dizi ihraç ettikçe, Türkiye’nin sahip olduğu bu gücün olumlu sonuçları daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Türk dizilerinin ihracı, sadece o ülkelerdeki insanların ülkemize bakışını etkilemekle kalmadı, daha da önemlisi, turizmimizi de tetikledi. Son yıllarda Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya pazarlarından Türkiye’ye turist akmasının en önemli nedenlerinden biri hiç kuşkusuz bu dizilerin yarattığı pozitif etkidir.
İhraç edilen diziler, Türk markalarının o ülke pazarlarına daha kolay girmesine ve orada tutunmasına da destek oluyorlar.
Sürdürülebilir gelişmenin temel şartı
Televizyon dizilerinin ortaya koyduğu örnekten Türkiye olarak alacağımız çok ders var. Her şeyden önce bu başarı hikayesinin sürdürülebilir olup olmadığını sorgulamalıyız.
Pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da sürdürülebilirliği sağlayabilmek için kurumsal mekanizmaları kurmak ve işletmek zorundayız. Dizi sektörünün başarısı büyük ölçüde devletin desteği dışında, kendi başına sağlanmış bir başarıdır. Gerekli kurumsal destek sağlanmazsa, yoğun rekabet ortamı içerisinde dönemsel bir başarı olarak da kalabilir.
Türkiye, dünyanın tüm yetenekli, yaratıcı insanları için özgürlük ve fırsat sunan bir ülke haline gelebilmelidir. Günümüz dünyasında sürdürülebilir ekonomik ve insani gelişmenin itici gücü budur.
İhtiyaç duydukları sosyal ve kültürel iklimin sağlanacağına dair yaratıcı sınıfları ikna etmedikçe Türkiye’nin geleceğine güvenle bakmamız mümkün değildir.
Radikal- YeniAkıl, 23 Haziran 2014, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/necati_ozkan/yaratici_siniflari_ikna_edemezse_turkiyenin_isi_zor-1203351