Hızla 1 Kasım seçimlerine doğru giderken, seçim sonucuna dair anketler, analizler, yorum ve tahminler ana gündem konumuz oldu. Bütün siyasi gelişmeleri seçim sonucunu nasıl etkileyeceği açısından değerlendiriyoruz. 2 Kasım sabahı büyük ihtimalle, 8 Haziran sabahı gördüğümüz tabloya yakın bir tablo ile karşı karşıya kalacağımıza ilişkin yaygın bir kanaat var.
Ama ıskalanmaması gereken bir gerçek var: Bir hükümet kurulamadığı için birkaç ay içinde yeniden seçime gitmek Türkiye’nin daha önce yaşadığı bir tecrübe değil. Böylesi bir seçimde seçmenin nasıl davrandığına ilişkin elimizde hiçbir veri yok. Bu nedenle seçmenin 1 Kasım’da nasıl davranabileceği konusunda akıl yürütürken ihtiyatlı olmakta yarar var.
Çünkü, daha önce bazı kritik dönemlerde de yaşandığı gibi, seçmen davranışında beklenenin ötesinde kaymalar ortaya çıkabilir.
Şu anda, 4 Partili meclis yapısı ve birinci ve ikinci partilerin yerinin değişmeyeceği neredeyse kesin gibi görünüyor. Milletvekili sayısı hatta oy oranı açısından da üçüncü ve dördüncü partinin yerlerinin değişebileceğine dair yorum ve anket sonuçları görüyoruz.
Fakat bütün bunları şimdiden kesin bir veri gibi kabul etmemek gerek. Çünkü 7 Haziran sonrası ortaya çıkan kaotik ortamın nerelere varabileceğini henüz bilmiyoruz. Partilerin aday listelerinin özellikle küçük seçim çevrelerinde yaratacağı etkiyi ve bu etkinin nihai meclis tablosunu nasıl şekillendireceğini de bilemiyoruz. Nihayetinde 12 Eylül’deki AKP kongresinde, tüm oyun planlarını alt üst edecek bir değişim ve yenilenmeye cesaret edilip edilmeyeceğini de kestiremiyoruz.
Tüm bunlara rağmen, yaratılan toplumsal gerilimin, seçmen kararında bir büyük kırılmaya yol açma ihtimalini ve erken seçime gidilmesine neden olan tüm siyasi aktörleri kökten cezalandırma eğiliminde olabilme ihtimalini de peşinen yok sayamayız.
Nitekim seçmenin, 1995’te koalisyon hükümetinin bozulmasında etkili olan Deniz Baykal liderliğindeki CHP’yi, 2002’de benzeri bir duruma neden olan Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP’yi barajın altına ittiğini biliyoruz.
Çeşitli araştırmalardan şimdilik gözüken net fotoğraf şu ki, aşağı yukarı seçmenin %90’a yakını kararını vermiş durumda. Çok küçük bir bölüm seçmen ise sandık başına gitmeyecek bir kararlılıkta görünüyor. Dolayısıyla 1 Kasım’da kararsız gözüken çok küçük bir orandaki seçmenin davranışı sonuçları belirleyecek.
PARTİLERİN KONUMLARI VE 1 KASIM’A MUHTEMEL ETKİLERİ
Her seçimin ayrı bir ruhu vardır. Ve bu ruha uygun davranan siyasi parti ve liderler sonuç alabilirler. Seçime doğru giderken siyasi partilerin önlerinde duran ana mesele, 1 Kasım seçimlerinin olağanüstü ruhunu kavramaktır.
Bugün itibariyle son derece düşük bir orana gerileyen “kararsız seçmen” 1 Kasım’da vereceği oyun yaratacağı somut sonuç konusunda, önceki seçimlerden çok daha duyarlıolacaktır. Vereceği oyun muhtemel hükümet formüllerinden hangisini mümkün kılacağı konusunda çok daha ince eleyip sık dokuyacaktır.
1 Kasım seçimlerinde programlar, vaatler, çılgın projeler ve siyasi iletişim taktikleri minimum düzeyde sonuç verecektir. Çünkü 1 Kasım seçimleri, siyasi partilerin ve liderlerin bu seçimin öne çıkardığı meselelere dair aldıkları pozisyonların seçmen kararını maksimum düzeyde etkileyeceği bir seçim olacak.
Partiler, Kasım seçimlerinin daha önce örneği yaşanmamış, çok özel ve farklı boyutları olan bir seçim olduğunu bilerek kampanya yürütmek zorundalar. 1 Kasım seçimini doğru tanımlamak ve bu seçimin anlamı konusunda seçmenle paralel bir anlayış ve duygu içerisinde davranmak her parti için hayati olacaktır.
MHP’NİN POZİSYONU : AŞAĞI TÜKÜRSEN SAKAL…
Bu açıdan bakıldığında, 7 Haziran’dan sonra sergilediği siyasi tavır nedeniyle MHP’nin kararsız seçmenlerin ilgisine fazlaca mazhar olamayacağı anlaşılıyor. Çünkü bugün itibariyle kararsız seçmenin, MHP’ye vereceği oyun neticede bir hükümetin kurulmasını sağlayacağına dair inancı kalmadı.
MHP muhtemel bir felaketten kurtulmak veya en azından oylarını nispeten korumak istiyorsa siyasi pozisyonunu değiştirdiğini peşinen ve erkenden ilan etmelidir. MHP seçmene 1 Kasım seçiminden sonraki muhtemel koalisyon kurma sürecinde farklı davranabileceğinin işaretlerini vermek zorundadır. Ama, doğrusu bu kadar büyük bir manevra siyaseten çok kolay değildir ve bu kadar kısa sürede bu kadar büyük bir pozisyon değişikliğinin çok dikkatli yapılması şarttır.
CHP’NİN POZİSYONU: “TÜRKİYE’NİN BİRLEŞTİRİCİ GÜCÜ” OLMANIN AVANTAJI
Kararsız seçmenin, vereceği oyun yaratacağı somut sonuç konusunda daha önce olmadığı kadar hassas hale gelmesinden en avantajlı çıkacak olan parti, bugün itibariyle CHP’dir. Çünkü CHP bu süreçte diğer tüm partilerle koalisyon kurma esnekliğine sahip olduğunu seçmene gösterdi. CHP hem CHP+ MHP + HDP koalisyonuna, hem AKP + CHP koalisyona, hem de HDP destekli bir MHP + CHP koalisyonuna açık bir pozisyon aldı. Dahası, 7 Haziran’da aldığı oylar bakımından üçüncü sırada olan MHP Genel başkanına Başbakanlık dahi teklif etti. Araştırmalardan anlaşılıyor ki, seçmen, CHP’nin bu tutumunu olumlu buldu. Kararsız seçmen, CHP’ye vereceği oyun bir koalisyon hükümetinin kurulmasına destek olmak anlamına geleceğinden emin durumdadır.
Aslında 7 Haziran’dan bu yana yaşananlar, CHP’nin 2014 yerel seçimlerinden önce kendi pozisyonuna dair yaptığı yeni tanımlamanın ne kadar güncel, ne kadar gerçekçi olduğunu, Türkiye’nin temel ihtiyaçlarına ne kadar doğru bir karşılık verdiğini de göstermiştir. Hatırlanacağı gibi, CHP 2014 yerel seçimlerinden önce kendisini “Türkiye’nin Birleştirici Gücü” olarak tanımlamış ve bu konumlamayı yalnızca yerel seçime dönük olarak değil, genel bir siyasi hattı işaret etmek üzere yapmıştı. Son birkaç ayda bu hattın doğruluğunu gördük.
Bugün AKP’yi de MHP’yi de HDP’yi de bir koalisyon masası etrafında bir araya getirebilecek yegane demokratik güç olarak CHP’nin pozisyonu netleşti. Doğrusu her geçen gün daha iyi anlaşılmaya başlandı ki, Türkiye’nin böyle bir birleştirici güce hakikaten çok ihtiyacı vardır. Çünkü yıllardır yaşanan kutuplaşmanın ülkemiz siyasetçilerini “koalisyon bile kuramaz” hale getirmiş olması artık zurnanın son deliğidir. Kutuplaşmaya dayalı siyasetin iktidar yaratmaya yetmediği bir noktaya gelmiş durumdayız.
CHP’nin bu pozisyonunu 1 Kasım’a kadar olan süreçte daha da pekiştirmesi ve bu değerli pozisyonun farkında olarak pozitif, güleryüzlü, genç ve motive edici bir iletişim geliştirmesi şarttır.
AKP’NİN POZİSYONU: SEÇMENE ŞANTAJ YAPAN İLETİŞİM DİLİNİN DEZAVANTAJI
Bu seçimde kararsız seçmen, bu kadar kısa süre içinde ülkeyi yeniden seçim yapmak zorunda bırakan ve ülkeyi gerilime taşıyan iradeyi tespit etme ve onu cezalandırma eğilimi içinde olacaktır.
Seçmenin zihninde şu sorular olduğunu görüyoruz: Kasım seçimleri de 7 Haziran gibi sonuçlanırsa ne olacak? Bu seçimler ne zamana kadar tekrarlanacak? Ülkeyi her üç ayda bir seçime götürmekten kurtarmak için kim fedakarlık yapmalı; seçmenler mi siyasetçiler mi?
Bütün bu haklı soruların yanıtları, kararsız seçmende koalisyona izin vermeyip ülkeyi seçime gönderen iradeyi cezalandırma eğilimini güçlendirmektedir.
Seçmeni “ya AKP ya istikrarsızlık” , “ya AKP ya terör ortamı” gibi bir ikilem içerisinde bırakmaya dayalı bir seçim stratejisi yürüttüğü apaçık görülen AKP’nin bu stratejiyle, 1 Kasım’da istediği sonucu alması mümkün görünmemektedir.
“400 milletvekili verin başkanlık işi huzur içinde çözülsün” demekten “tek başına iktidar verin, istikrarsızlık ve terör bitsin”egerileyen AKP bu şantajcı yaklaşımının bedelini sandıkta ağır biçimde ödeyebilir.
7 Haziranda AKP’nin oy kaybetmesinde Erdoğan’ın tutum ve davranışlarının da etkili olduğunu çeşitli araştırmalardan algılayabiliyoruz. Anket sonuçları bize, “erken seçimi en çok kim istiyor” sorusunun “Cumhurbaşkanı” olarak yanıtlandığını gösteriyor. Koalisyona izin vermeyen, ülkeyi seçime gönderen Erdoğan bu tutumuyla AKP’ye yeni oy kayıpları yaşatacak gibi görünüyor.
AKP bu pozisyonunda inat ettiği müddetçe seçmen desteğini kaybetmeye devam edecektir. AKP bu süreçte derhal, kimi sözcülerinin dile getirdiği gibi, “Fabrika ayarlarına” dönmenin sinyallerini vermelidir. Tabii bir yandan Erdoğan’ın siyasetini sorgusuz sualsiz onaylamaya devam ederken bir yandan da “fabrika ayarları”na dönülüp dönülemeyeceği de cevaplanması gereken önemli bir soru.
HDP’NİN POZİSİYONU: DAHA ETKİLİ BİR BARIŞ DİLİ
Seçimler zihinlerde kazanılır. Zihinlerde algınız negatifse nötre, nötrse pozitife çevirmek zorundasınız. HDP bu yolda epey yol aldı ve bir etnisite partisi olduğu yolundaki net algıyı bulanıklaştırıp, “Türkiyeli” algısı inşa etti. HDP’nin bu süreçte, bu pozisyonunu tahkim edici iletişim dilini sürdürmesi, renklendirmesi ve sahaya yayması gerekir ancak yetmez.
Demirtaş’ın, PKK’ya yönelik “amasız silahlı eylemleri durdurma” çağrısı, HDP’nin kararsız seçmen üzerinde etkili olabileceği en önemli alana işaret etmektedir. HDP bu çağrıyı güçlendirip, kitleselleştirdiği, çağrının samimiyetine dair çeşitli kesimlerdeki kuşku bulutlarını dağıttığı ölçüde oylarını artırabilir. HDP barış diliyle konuşmakla yetinemez; bu dil ve yaklaşımla etkili olabileceğini, sonuç alabileceğini de daha fazla kanıtlamak durumundadır.
SON SÖZ: GÖRÜŞMEK İÇİN KOLTUK PAZARLIĞI MI ŞART?
1 Kasım seçimlerini en az 7 Haziran seçimleri kadar huzurlu ve güvenli bir ortamda gerçekleştirmek zorundayız. Bunun koşullarını yaratmak görevi başta iktidar olmak üzere bütün siyasi partilerdedir. Parti liderlerinden, seçim sonrasının muhtemel koalisyon görüşmeleri sırasında birbirlerine sergileyecekleri nezaketin ve karşılıklı konuşarak anlaşma heveslerinin bir kısmını da seçimden önce sergilemelerini bekliyoruz. Ülke bu kadar büyük bir gerilim ve kan gölü içerisindeyken bile siyasi partilerin bir araya gelip akan kanın durdurulması, seçim güvenliğinin sağlanması yolunda “istikşafi” görüşmeler dahi yapmıyor olmaları ülkemiz demokrasisi adına son derece umut kırıcı ve üzücüdür.
Partiler arasında medeni bir ilişki ve sorun çözmeye dönük ciddi bir iletişim kurulabilmesi için ille de işin ucunda bir bakanlık pazarlığı olması mı gerekiyor?
Radikal, 29 Ağustos 2015