Bir işletme sahibi olduğunuzu düşünün. İşinizin gereği, bir yöneticiye ihtiyacınız var. Gazeteye veya İK sitelerine ilan veriyorsunuz. 15 -20 istekli başvuruyor. CV’lerine bakıyorsunuz, bir kısa liste yapıyorsunuz. Sonra kısa listedeki 5- 6 adayla mülakatlara başlıyorsunuz. Her biri, işiniz için en iyi yönetici adayı olduğunu anlatıyor. Adaylardan birini; eğitimi, referansları, konuşma stili, yaklaşımı veya vücut dilinden etkilenerek seçiyorsunuz. Kendinizden eminsiniz. En doğru adayı seçtiniz…
Yeni yöneticiniz çalışmaya başlıyor. Hem günlük rutininizle uğraşıyorsunuz, hem de yöneticinizi izliyorsunuz… İşinizi doğru yönetiyor mu? İşe girerken iddia ettiği gibi yetkin mi? İşinizin ihtiyaçlarını, sorunlarını, sıkıntılarını zamanında kavrayıp, zamanında çözüm üretebiliyor mu? Pazardaki gelişmelere ayak uydurabiliyor mu? İşinizi mi büyütüyor yoksa kendi cebini ya da yakınlarının cebini mi?… vs. vs.
Bir müddet sonra, şu veya bu nedenden dolayı yöneticinizin en doğru kişi olmadığını düşünüyor ve görevden uzaklaştırarak yola bir yenisiyle devam ediyorsunuz…
Buraya kadar her şey normal…
Zaman geçiyor, ikinci yöneticiden de memnuniyetsizlik duymaya başlıyorsunuz. Ve başka kimse yokmuş gibi, ilk yöneticinizi yeniden göreve çağırıyorsunuz… Belki ilkinde yeterince fırsat tanımadığınızı ya da adamı önyargıyla değerlendirdiğinizi düşünüyorsunuz. Her neyse… Adam yöneticilik görevine tekrar başlıyor.
Peki bir adamı kaç kez deneyebilirsiniz? Belki ilkinde tanımadınız; yanlış değerlendirdiniz… Ama ikinci kez görev verdiğiniz adamı artık, yeterince tanımış olmanız gerekmez mi? Hangi düzeyden olursa olsun, bir elemanınızın / yöneticinizin işine altı kez son verip, yedinci kez onu yeniden işe alır mısınız?
Vermem diyorsunuz değil mi?
Orta zekalı, orta ahlaklı, ortalama bir işveren, bir adamı en fazla iki kez dener, ona iki kez şans tanır. Eğer denediğiniz, bir adamı bıkmadan altı kez, yedi kez sınamaya kalkışırsanız, sizin zekanızdan kuşkulanırlar.
1991’deki seçim kampanyasında kullandığı olağan üstü vaatler içeren mesaj bombardımanı ve “Demokrat Baba” konumlandırmasıyla Süleyman Demirel’e yedinci kez işbaşı yaptıran seçmen kitlesi, tam da böylesi bir işveren konumu sergilemişti. Dahası, Demirelorada da kalmayıp, Cumhurbaşkanlığı makamına, seçmenin kendisini yedinci kez denemeye karar verdiği o kampanyayla yükselmişti.
Dünya siyasi arenasında nadiren görülen bu sonucu sağlayan şey neydi? Hangi sihirli güç, 1991’den sadece 4 yıl önce, siyasi yasakları kaldıran Referandum yapıldığında ‘tükenmiş’ zannedilen bir liderin cilasını yeniden parlatabilmişti. Kimdi bunlar ve ne vaat etmişlerdi de, seçmen yedinci kez aynı yöneticiyi denemeye karar vermişti?
1991 seçimlerinden hemen önce, çok uzun yıllar reklamcılık yapıp sonradan bu sektörden ayrılarak, bir tatil yöresine yerleşen eski sosyalist Zafer Ataylan, Axajans adıyla yeni bir reklam ajansı kurmuş ve Süleyman Demirel’in yeni imajını oluşturmakla görevlendirilmişti. Ataylanve ekibi zamanın ruhunu doğru okudular. Seçmen,daha ileri bir demokrasi, daha toleranslı bir lider ve daha iyi bir hayat istiyordu.
Demirel’in kampanyası işte bu nedenle “Demokrat Baba” konumlandırmasıyla başladı. O tarihte 67 yaşında olan sağcı siyasetçi bu konumlandırmayla neredeyse solcu bir lider olarak pazarlandı.
Demirel Baba’mız “Bütün karakol duvarları camdan olacak”diyordu… “Toplumsal uzlaşma” diyordu… “Yeni Türkiye’de herkes hakkını alacak”diyordu… “Kalkınma yeniden başlayacak” diyordu… 38 havalimanı, 61.030 adet sağlık merkezi ve hastane, 6 hidroelektrik santral, 13 yeni demiryolu hattı, 11 yeni otoyol, İstanbul’a tüp geçit, 3 köprü diyordu… “İşsizlik sigortası” diyordu… “Karayolları beyaz olacak” diyerek ihalelerde dönen dolaplar nedeniyle ANAPdöneminin en kirli kamu kurumuna dönüşmüş olan Karayolları Genel Müdürlüğü’ndeki yolsuzluklara son vereceğini söylüyordu vs…
Demirel’in kampanyası özgürlükler ve demokrasi yolunda o kadar ileri vaatler sunuyordu ki… Kampanyanın ekonomik önermeleri o kadar cazipti ki… Ortaya konan altyapı projeleri bir hükümet döneminde yapılması o kadar imkansız detaylar içeriyordu ki… Seçmenin bir bölümü muhtemelen “Bunların yarısı bile gerçek olsa yaşadık” diye düşündü ve 1991 genel seçimlerinde mührü Doğru Yol Partisi’nin (DYP) amblemindeki kıratın böğrüne bir kere daha bastı. Demirel’in partisi DYP iktidar ortağı oldu, kendisi ise 7nci kez başbakan!
Ne var ki, Demirel yeniden iktidar olunca vaat ettiklerinin neredeyse hiçbirini yapmadı. Doğrusu; kampanyasında ne vaat ettiyse her alanda tam tersini yaptı…
Demokrasi ve toplumsal uzlaşma alanında Demirel’in başbakanlığı ve ardından cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye, kendi tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşadı. Sivas Katliamı’nda 33 aydınımız öldürüldü. Ardından Başbağlarkatliamı yaşandı. Güneydoğu’da köy boşaltmaları, köylülere dışkı yedirmeler yaşandı. PKK ile mücadele adına “Devlet zaman zaman rutin dışına çıkabilir” şeklindeki Demirel’in sözüyle ortaya koyduğu iradesiyle “Jitem”, “Susurluk çeteleşmesi” vb. devlet içi çeteleşmelere gidildi… Doğu ve Güneydoğu’da faili meçhuller dönemi başlatıldı. Başta Uğur Mumcu olmak üzere çok sayıda aydın bu dönemde katledildi.
Ekonomik alanda ise, “5 Nisan Kararları”yla sadece devletin ilk iflas noktasına geldiği tescillenmedi, her bir vatandaş varlıklarını üçte birini bir gecedekaybetti. Gecelik faizler yüzde binleredayandı.
Yolsuzluklar alanında ise koalisyon ortaklarının iki tarafı birden ellerinden geleni artlarına koymadılar: “İSKİ” ve “İLKSAN” skandalları yaşandı. Demirel, İLKSAN skandalından sonra çıkıp “Verdimse ben verdim” deme genişliğini gösterdi.
Demirel, tüm bunların üzerine “28 Şubat” sürecinde ise bu kez Türkiye’deki “demokrasinin rutinin dışına” çıkamasını organize etti.
Demirel’in başbakan ve cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı o son dönemin ardından seçmen, merkez sağ siyasetten umudunu kesti ve daha sağa kayarak Milli Görüş geleneğinden gelen “İslamcı” siyasete iktidar yetkisi vermek zorunda kaldı. Son 13 yılda iktidarda bulunan AKP kadroları özetle, Demirel sayesinde iktidar olabildiler.
Belki de, Demirel’e 7nci kez başbakanlık ve ardından Cumhurbaşkanlığı yolunu açan 1991 DYP kampanyasının en trajik yanı, kampanyayı yapan Zafer Ataylan ve Axajans’ın başına gelenlerdir: Önce Demirel’in Zafer Ataylan’a olan kampanya borcunu ödemediği haberleri piyasaya yayıldı… Ardından Axajans’ın kapandığı duyuldu…
Son iki gündür kamuoyunda çok farklı Demirel portreleri çiziliyor. Biz de kendi penceremizden gördüğümüz Demirel’i; onun pek konuşulmayan yönünü anlatmak istedik. Bizim kültürümüzde ölenin arkasından olumlu konuşmak esastır, o nedenle yarın İslamköy’de toprağa verilecek olan Süleyman Demirel için yazdığım bu yazıyı olumlu bir temenniyle bitiriyorum: “Allah affetsin!”
(Bu yazıda “Seçim Kazandıran Kampanyalar” adlı kitabımızdan ve 1997 yılında bir konferansta yaptığımız konuşmadan yararlanılmıştır.)
Radikal, 19 Haziran 2015