Kısa süre önce, Amerikan Siyasi Danışmanlar Derneği’nin (AAPC) düzenlediği yıllık konferans ve Pollie Ödül Töreni için ABD’nin New Orleans kentindeydim. 20 yıla yakın bir zamandır dünya çapında verilen Pollie Ödülleri, siyasi iletişim alanının Oscar’ı olarak kabul ediliyor. Dünyanın dört bir tarafından binlerce kampanyanın yarıştığı Pollie Ödül töreninde kazandığımız bir altın, iki gümüş ve üç bronz olmak üzere 6 ödül ile New Orleans’tan mutlu dönmekle kalmadık, başta 2016 ABD başkanlık yarışı olmak üzere, Amerikan siyasetinin önemli konularında Amerikalı meslekdaşları dinleme ve derinlemesine sohbet etme imkanı da bulduk.
Konferansta online ve offline data yönetiminden saha organizasyonuna, stratejiden mesaja kadar çok farklı alanlarda uzmanlaşmış Amerikalı meslektaşlar tecrübelerini katılımcılarla paylaştı.
Amerika dışından bu büyük konferansa katılan stratejistler için muhtemelen en dikkate değer konu 2016 ABD başkanlık seçimleriydi. Lionel Sosa ve Robert Shrum gibi efsaneleşmiş ve bugün artık emekli konumdaki siyasi danışmanlardan “It’s the economy, Stupid” sloganı ile Bill Clinton’a muazzam bir başkanlık zaferi kazandıran James Carwill’e kadar duayenlerden 2016 tahminlerini de dinledim.
Henüz ABD’nin müesses siyasi yapısındaki iki partiden kaçar aday adayının yarışa karar vereceği bilinmiyor. Ama Bush ve Clinton soyadlı iki aday adayının kendi partilerinin içinde yarışı göğüsleyecekleri tahmin ediliyor. Muhtemelen önümüzdeki 2 ay içinde tüm tabloyu görebileceğiz.
Konferans devam ederken kahve aralarında bir de bahis başlatıldı: 30 Nisan’dan önce Jebb Bush mu adaylığını açıklayacak, Hillary Clinton mu? İki gün önce, “Hillary diyenler” kazandı. Clinton, üç gün önce resmen Demokrat Parti aday adayı oldu.
Hillary Clinton: “Kendim için değil, sizin için adayım!”
Hillary Clinton 2008 Başkanlık yarışında Obamaya karşı kaybetmişti. O tarihte kaybetme nedeni olarak, kampanyasının ilerleyen aşamalarında “Kendim için değil, sizin için bu yarışa girdim” havası estirmesi gösterilmişti.
Aslında bu kez de Hillary aynı şeyi söylüyor. Ama bir farkla. Bu kez snob bir dille ve yukarıdan bakan bir ifadeyle konuşmuyor. Tam tersine seçmenin sesi, sözcüsü ve temsilcisi olacağını söylemeye çalışıyor.
Aşağıdaki 2 dakika 18 saniyelik videodan da göreceğiniz gibi, kampanyasının ilk ve en önemli filminde farklı yaş, etnisite ve cinsel tercihleri olan orta sınıf Amerikan seçmenine mikrofon uzatıyor. Bahçesinde çalışan orta yaşlı bir ev kadını, çocuğu ana okuluna başlamak üzere olan bir anne, kardeşiyle işe başlamak üzere olan Hispanik bir emekçi, yeni bebek bekleyen siyahi bir çift, iş arayan yeni mezun Asyalı genç kız ve evlenme kararı vermiş, elele yürüyen gay bir çift…
Filmin ilk 1.5 dakikasında görünmeyen Hillary Clinton Amerikalıların her Allah’ın günü bir şampiyona ihtiyacının olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Ben işte o şampiyon olmak istiyorum.”
Kampanyanın nasıl devam edeceği yine Hillary Clinton’un sözlerinde gizli sanki: “Aileler güçlü olursa, Amerika güçlü olur. “
Hillary böylece geleneksel – erkeksi kampanya yöntemlerinden uzaklaşıyor ve lansmanda nutuk atarak start vermek yerine, orta sınıf seçmenin yüzünü ve sesini kampanyasının ana aksı haline getiriyor.
Clinton’un yenilenen ve bir ok eklenerek kalkınmacılığı ve ileriye gitmeyi sembolleştiren yeni logosunun açılımlarını şu siteden izlenebilir. https://www.hillaryclinton.com
Amerikan seçmenine yeniden sunulan 30 yıllık menu
New Orleans’taki konferansta Bill Clinton’un eski kampanya direktörü James Carwill’in2016 ABD başkanlık yarışı için söyledikleri özellikle önemliydi. Carwill adlarını açıkça anmasa da yarışta öne çıkacağı tahmin edilen Demokrat Hillary Clinton ile Cumhuriyetçi Jebb Bush’u yetersiz bulduğunu ima etti ve ekledi: “Dünyanın en güçlü demokrasisiyiz. Kurallarımız ve sistemimiz herkes için adil fırsat yaratıyor. Buna rağmen son 30 yıldır iki ailenin nefes nefese yarışını izlemekten başka bir şey yapmıyoruz. Merak ediyorum; bu ülkedeki herkesi heyecanlandıracak yeni ve renkli bir aday neden çıkaramıyoruz?”
Gerçekten de ABD sadece dünyanın en büyük ekonomisi olması nedeniyle değil, aynı zamanda güçlü demokratik teamülleri ve kurumları nedeniyle de pek çok ülkeden farklı.
Kurulduğu günden bu yana başkanlık rejimi ile yönetiliyor. İyi tasarlanmış güçler ayrılığı nedeniyle de hiç bir başkanın kişisel arzuları sisteme egemen olamıyor. Sistem doğru kurulmuş denge ve denetleme mekanizmaları sayesinde başkanlık rejiminden dikta rejimine kayma gibi maceralara fırsat tanımıyor.
Amerikan sisteminin en önemli sigortalarından biri de seçim süreçleri. Bu ülkede dünyanın hiç bir demokrasisinde görülmeyecek kadar uzun ve renkli seçim kampanyaları yapılıyor. Özellikle başkanlık kampanyaları böyle. İki yıla yakın zamana yayılan başkanlık yarışları seçmene karar vermek için yeterince malzeme sağlamakla kalmıyor, Amerikan demokratik sistemi lehine dünya çapında tanıtım yapılmasına da fırsat yaratıyor.
Tüm bunlara rağmen, 320 milyonluk bu koca ülkenin seçmenleri 1989 yılından beri ya Clinton yada Bush soyadlı bir adayı seçmek durumunda kaldı. Obama bu gidişatın tek istisnası oldu.
Eğer tüm gidişatı değiştirecek ve seçmeni heyacanlandıracak yeni bir isim çıkmazsa, bu iki ailenin yarışı Amerika’yı ve dünyayı etkilemeye biraz daha devam edecek gibi görünüyor.
Radikal, 16 Nisan 2015