Bu yılın Nisan ayıydı. Seçimler ve siyasi kampanyalar konusunda 36 yıldır yayın yapan Campaigns and Elections dergisinin düzenlediği Reed Ödülleri ve öncesindeki konferanslar için ABD’nin Güney Carolina eyaletine bağlı Charleston kentindeydim. Yarışmada Türkiye’ye 3 ödül birden kazandırmanın yarattığı yoğun ilgiyle çok sayıda Amerikalı meslektaşla tartışma ve adayları analiz etme imkanı bulmuştum. Her iki partide ön seçimler devam ediyordu. Demokrat Parti’de devam eden ön seçimde güçlü bir Bernie Sanders rüzgarı esiyordu.
Yıllardır Demokratlara hizmet eden tecrübeli bir siyasi danışman dostumla sohbet ederken, konu açıldı ve bana o hafta yapılmış önemli bir araştırmayı gösterdi. Araştırmaya göre, Bernie Sanders hangi Cumhuriyetçi aday ile karşılaşırsa karşılaşsın Kasım’daki başkanlık seçimini açık ara kazanıyordu. Sanders, adil paylaşımı vaadeden sosyalist pozisyonuyla sistemi sarsacak gibi görünüyor ve özellikle genç seçmenleri motive edebiliyordu.
Ama Hillary Clinton hangi Cumhuriyetçi adayla eşleşirse eşleşsin, Kasım’daki seçimi kaybediyordu. Tek istisna Trump’tı! Trump’ın dünyayı irite eden çirkin dili ve aşırı sağ pozisyonu Hillary Clinton’un kazanmasına yardım ediyordu. Bütün mesele, Clinton’un bu muazzam fırsatı kullanıp kullanamayacağıydı. Kullanabilirse Demokratlar üç dönem üst üste Beyaz Saray’ı ellerinde tutabileceklerdi.
Yaz başından bu yana
Her iki siyasi parti içindeki ön seçim yarışı yaz aylarına doğru sonuçlandı. Önce Demokrat Parti’de Hillary Clinton ön seçimleri kazandı ve partisinin resmi adayı oldu. Temmuz ortasında ise Trump Cumhuriyetçilerin resmi adayı ilan edildi.
O tarihten itibaren dünya bu yarışı izliyor. ABD’deki Başkanlık seçimleri medyatikliği, renkliliği, bütçesi ve diğer ülkelere ve sektörlere etkileri ile her zaman için ilgi çekici oldu. Bu kez de öyle.
Yanlız bu kez, Amerikalı seçmen şaşkın. Çünkü her iki partinin adayı da partilerin geleneksel tabanını motive etmekten uzak görünüyor. Adaylardan biri aşırılığı, toplumu tehlikeli şekilde kamplaştırması, sivri dili ve entellektüel donanım yetersizliği ile öne çıkarken, diğeri sıkıcılığı, güvenilmezliği ve statükoculuğu ile tanınıyor. Kayıtlı seçmenlerin bir bölümü, son dakika bir şekilde motive edilemezse, sandık başına gitmeyecek gibi görünüyorlar. Önümüzdeki 5 haftada olağanüstü bir durum olmazsa pek çok demokrat seçmen Hillary’e, pek çok Cumhuriyetçi seçmen ise Trump’a oy vermeyecek.
Bir diğer anlatımla Amerikalı seçmen hem adaylardan mutsuz hem de 8 Kasım’da ne olacağını merakla bekliyor.
Trump’ın beklenmeyen performansı
Çok değil, henüz bir yıl önce Donald Trump’ın ABD’ye başkan olması ihtimali ciddiyetle konuşulabilecek bir konu bile değilken, bugün artık kimse bu ihtimale “imkansız” diyemiyor! Son bir kaç haftada anketler, ulusal bazda yarışın kafa kafaya geldiğini gösteriyor. Resmi adaylıkların kesinleştiği yaz ortalarında iki aday arasında net 8 – 10 puanlık bir fark varken, Eylül sonunda bu fark 2 puana kadar gerilemişti. Anketlerin hata marjı dikkate alındığında, belki de böylesi bir fark bile yok.
Bu nasıl olabildi? Tabi ki stratejiyle. Ve konumlandırma becerisiyle.
ABD’deki uzun seçim takvimi, bir iş adamı ve apolitik bir TV showmeni olan Donald Trump’ın görülmemiş bir başarıya imza atmasına imkan sağladı.
Trump, siyasete girmeden önce sahip olduğu özellikleri (işadamlığı, showmenlik, celebrity gücü ve eğlenceli kişiliği gibi) akıllı bir marka yönetimi stratejisiyle bu yarışta kullandı. Pek çok benzeri yarışta görülenin tersine Trump, kendi kişisel marka özelliklerini, yeni mücadele alanının inceliklerine göre değiştirmek gibi bir yola sapmadı. Daha önce neyse öyle davrandı ve öyle kaldı. Samimiyetin en mümtaz örneği sayılmasa da, ön seçimde yarıştığı adayların samimiyetle alakaları olmadığı için kazandı. Ön seçim kampanyası boyunca siyasi danışmanların kendisini yeniden dizayn etmelerine izin vermedi.
Tüm ön seçim sürecinde konumu Trump’un işini nispeten kolaylaştırdı. Çünkü o, sistem dışından geliyor. Amerikan seçmeni ise değişime aç. Hala da öyle… Bugün kendisini destekleyenler, Trump’ı Amerikanın ihtiyacı olan değişimi başarabilecek, ülkeyi yeniden canlandırabilecek ve sistemi kökünden sarsabilecek yaradılışa sahip, güçlü bir lider adayı olarak algılıyorlar. Doğrusu Trump cingöz bir işadamı olarak eline geçen her fırsatı kullanıyor. Seçmene bu konuda güven vermek için elinden geleni yapıyor.
Özetle Donald Trump, 2016 Başkanlık Seçimlerindeki beklenmeyen performansıyla siyaseti ve siyasi seçim kampanyası oyununu belki de etkisi uzun yıllar sürecek şekilde değiştirdi.
MediaCat, Ekim 2016 sayısı