İlk görüşte aşk
Bir toplantıda tanıştırılan iki yabancı, ilk görüşte birbirlerinden etkilenmezlerse, sonradan birbirlerini sevebilecekleri bir ortam yaratma şansları çoğu kez kalmaz.
Yeni bir siyasetçi ile seçmenin ilk büyük buluşmasında da aynı şey olur. Seçmen o yeni siyasetçiyi ilk karşılaşmada ya sever, ya da daha o gün bir kenara fırlatıp atar. Kenara fırlatılıp atılmış siyasetçi o günden sonra ne yapsa beyhudedir. Kolay kolay seçmenin kalbini kazanamaz. Ne var ki, çoğu siyasetçi seçmenin sevgilisi olmayı başaramadığını pek anlamak istemez. Kendini, partisini, ülkesini boş yere yorar, yıpratır. Yazılı olmayan bu kuralın dünya siyasetinde pek ender istisnası görülmüştür.
Billary, Bay “Değişim”e karşı
Bilindiği gibi, 4 Kasım 2008’de Amerikalı seçmenler yeni başkanlarını seçmek için sandık başına gidecekler. Başkanlık seçiminden önce, “Primary” adı verilen, partilerin aday adaylarının yarıştığı bir önseçim yapılıyor. Geride bıraktığımız son bir kaç ay, dünya ile birlikte Amerikan başkanlık seçiminin “Primary” adlı bu bölümüne şahit olduk.
Bu seçimde favori durumda olan Demokrat Parti cephesinde, Hillary Clinton eşi eski başkan Bill Clinton ve Demokrat Parti’nin beyaz ve Anglosakson ileri gelenlerinin desteği ile yarışa önde başladı. Demokrat Parti için Hillary demek Billary demekti. (Bill + Hillary’den türetilen bu lakap, Hillary başkan olursa Bill’in deneyiminin de ülkenin hizmetinde olacağını formülüze ediyordu.)
Barack Obama konusunda ise Clintonlar küçümseyen bir tavra sahiptiler. Hillary, Obama’nın olsa olsa gençlerden, zencilerden ve bir kısım yoksullardan oy alabileceğini söylüyor ve kendisinin deneyimli, Obama’nın ise acemi olduğu tezini işliyordu.
Ancak Hillary Clinton’ın avantajlı konumu 5 Şubat’ta Süper Salı’da değişti. Barack Obama, Süper Salı’da 23 eyaletin 13’ünü kazandı. Ardından yapılan 8 eyaleti ise tamamını aldı.
İşin ilginci, örneğin bu son 8 eyaletten biri olan zengin Virginia’da, Obama %52 beyazlardan, %54 latin kökenlilerden, % 55 de 65 yaş üstü seçmenlerden oy alırken, Hillary Clinton beyazlarda %47’de, latin kökenlilerde %46’da, 65 yaş üstü seçmende ise % 45’te kalmıştı. Obama, her gelir grubunda, her yaş grubunda ve her etnik grupta açık ara öne geçmişti.
”Umut herşeyi değiştirir!”
Barack Obama nasıl oldu da bu kadar kısa bir sürede bu denli etkili bir sonuç yaratabildi?
3 Kasım 2007’de Spartanburg’da yaptığı “İnanabileceğimiz Değişim” adlı adaylık konuşmasında Obama, Amerikan liderliğinde ve Washington’un yönetim anlayışında değişimin zorunlu olduğunu, seçmenler inanırsa bu değişimin rüya olmaktan çıkabileceğini anlattı.
Obama kampanyası “Umut herşeyi değiştirir” sloganıyla başladı. Kampanyanın tüm söylemi “Değişim” temasına oturtuldu. Obama, konuşmalaranda değişimin teker teker veya bölünerek yapabilecek bir şey olmadığını, ancak birlikte gerçekleştirilebileceğini vurguladı.
Barack Obama’nın “Değişim” sözünü verdiği politikaların başında şunlar geliyordu: Bush’un “sevmediğim ülkenin sevmediğim lideriyle konuşmam, onunla savaşırım” anlayışı, iç polikada yürütülen korku politikası, Neo-Conların işkence yapan, insan haklarını rafa kaldıran ve petrol üreten ülkelerin diktatör rejimleriyle kolkola gezen politikaları…
Başkan olduğunda Obama, Irak’taki savaşı derhal bitirip askerlerini geri çekeceğine ve hatta Afganistan’daki El Kaide ile savaşı dahi bitireceğine söz veriyordu.
Başladığı yarışın, adalet ve fırsat eşitliği yarışı olduğunu, başkan olursa mükemmel işleyen bir sağlık ve eğitim sistemi kuracağını, daha yüksek istihdam yaratacağını ve Amerikan toplumunu yeniden birleştireceğini dile getiriyordu.
Barack Obama, Hillary’e karşı hep saygılı davranıyor ve onun tecrübeli bir siyasetçi olduğunu tekrarlıyordu. Bununla birlikte, Clinton’un “Washinton tarzı” kitabi bir kampanya yönettiğini, ülkenin ihtiyacının asla bu tarz bir “Kampanya” olmadığını ifade ediyordu.
Kampanya başlangıcından kısa bir süre sonra sanatçı ve pop starlar dahil çok sayıda önemli kişi Obama’nın yanında yeraldıklarını açıklamaya başladılar.
Umudumuz Karaoğlan veya Obamania…
Değişim her demokraside olduğu gibi Amerika’da da tuttu. Çünkü, söylemin sahibi zaten değişimin sahici bir alemet-i farikasıydı. Siyahiydi, Havai doğumluydu, bir müslüman ülkede yetişmişti, ailesinin bir kısmı halen Kenya’da yaşıyordu. Hayatı boyu, insan hakları ve çevre konusunda mücadele etmişti, vs…
Söylem öylesine inandırıcı oldu ki, Obama güçleri, inanmış, zinde yüzbinler kampanyanın gönüllü neferleri oldular. Her yerde. Her eyalette, her seçmen kategorisinde. Sahada, sandıkta, internette, ağızdan ağıza pazarlamada, kongrelerde, kampüslerde, sendikalarda, yoksul mahallelerinde, aydın platformlarında, medyada…
Öyle inanılmaz bir heyecan kasırgası doğdu ki, yüzbinlerce kişi internet aracılığıyla, eşine dostuna Obama’yı tavsiye etmeye başladı. Bir milyonu aşkın seçmen Obama’nın kampanyasına internetten para yağdırdı. Köşe yazarları Obama ile ülkenin nasıl yeniden şekilleneceğini anlatmaya başladı.
Obama’nın siyasi iletişimini yöneten ekip, değişimi halkın ağızına düşürmek ve ağızdan ağıza kampanyaların katlanan etkisinden yararlanmak için bizzat Obama’nın kendisiyle “Yes, We Can” Jıngılı ve pop videosunu yarattılar. Video sadece YouTube’da 12 milyon kez seyredildi. (Bakınız : http://youtube.com/watch?v=jjXyqcx-mYY
Bu heyecan, 1973 genel seçimleri öncesinde “Toprak işleyenin, su kullananın” ve “Ortanın Solu” söylemleriyle mobilize edilmiş olan Sosyal Demokrat Türk seçmeninin heyecanın çok daha güçlüsü. Bu heyecan Bülent Ecevit’in adını dağlara taşlara yazdıran sıradan vatandaşın heyecanın kat kat fazlası.
Hillary, kampanyasına cepten 5 milyon dolar harcarken, bu heyecan Obama’ya internetten 30 milyon dolara yakın bağış yarattı.
Bu heyecan, sonunda Hillary Clinton’ın kimyasını bozdu. Ve geçen hafta CNN’de canlı yayınlanan tartışma programında Clinton, Obama’nın söyleminin orjinal olmadığını, başkalarından aşırma olduğunu iddia etti ve Obama’ya “Sen, değişimin ancak fotokopisi olabilirsin.” deyiverdi.
Yeni nesil Karaoğlan başkan olur mu?
Son sekiz eyaletle birlikte, Obama hem seçmen bazında hem de delege bazında Hillary Clinton’u geçmiş durumda. Yine de gidecek yol var: Primary seçimlerinde, seçmenler doğrudan adaylara değil, partiyi başkanlık yarışında temsil edecek ismi resmen belirleyecek delegelere oy veriyorlar.
Demokrat Parti’de, seçimlerle gelen delegelerin yanısıra 796 “süper delege” daha var ve bu delegeler çoğunlukla Hillary’ı destekliyor. Obama’nın yarışın bu ilk raundunu geçebilmesi için süper delegelerde de üstünlüğü elde etmesi gerekiyor.
Sitelere yansıyan sade vatandaş yorumlarına bakılırsa; Amerikalı seçmen 20 yıllık Bush-Clinton-Bush-Clinton denklemine son vermek ve bu iki ailenin iktidarını artık bitirmek istiyor. Öyle ki, kayıtlı Demokrat Parti seçmeni pek çok kişi, parti içi yarışı Hillary’nin kazanması halinde Cumhuriyetçi John McCann’e çalışacağını ilan ediyor.
4 Mart’ta Ohio ve Teksas gibi büyük eyaletlerde yapılacak olan önseçimler, bu yarışın kilidini açacak gibi. Bu eyaletlerden birini dahi Obama kazanırsa, Obama saflarına geçtiği söylenen 20 civarındaki Hillary yanlısı süper delegeye yenileri katılabilir. Ve büyük ihtimal Hillary havlu atabilir.
Amerika’da değişim, dünyada değişim
Seçimler demokrasileri yeniler. Seçmenler, oylarıyla temsilcilerini seçtiklerinde, yarını şekillendirecek liderleri seçerler. Seçimlerin seçmeni heyecanlandırmasının ve güçlü kılmasının nedeni budur.
Amerikan medyasından anladığımız, Barack Obama’nın seçmenin kalbini kazanmak bir yana, “kara sevda” yarattığıdır. Yaptığı konuşmalara, verdiği sözlere ve siciline bakıldığında, Senatör Obama’nın sadece kendi ülkesini değil, tüm dünyayı yeniden şekillendireceğini kavrayabiliyoruz.
Lakin, “değişim” sihirli olduğu kadar, korkutucu bir kelimedir de. Çünkü, her değişimde birileri kazanırken birileri kaybeder. Obama’nın sözlerine bakılırsa bu “Değişim”den ürkmek anlamsız. Çünkü Obama’nın sözverdiği değişim insan haklarının lehine bir değişim. Demokrasinin lehine bir değişim. Özünde insanlık için iyi olan bir değişim, nihayetinde herkes için iyi bir değişimdir.
2 Mart 2008’de Radikal 2 ‘de yayınlanmıştır.