Siyasetsiz siyaset 2016’da işe yarayacak mı? |
Kasım 2016’da yapılacak olan ABD başkanlık seçimlerine doğru geri sayım devam ediyor. Her iki siyasi parti içinde giderek kızışan şenlikli bir önseçim süreci yaşanıyor. Demokratik Parti’deki yarışın favori ismi Hillary Clinton. Görünen o ki, kendi ayaklarına kurşun sıkmayı başarmazsa, partisinin resmi adayı olacak. Muhtemelen de ülkesinin ilk kadın başkanı.
Ama Cumhuriyetçi Parti içindeki önseçim ipini göğüsleyebilecek aday ise henüz belirsiz. Yarışan 16 adaydan emlak milyarderi Donald Trump açık ara önde ama, partisinin resmi adaylığını kazanıp kazanmayacağı çok tartışılıyor.
DAĞDAN GELİP BAĞDAKİLERİ KOVDULAR
8 Yıllık Obama dönemi, ABD siyasetinde kutuplaşmanın en yüksek seviyelere çıktığı dönem oldu. Obama’nın ülke ve Kongre gündemine getirdiği her sosyal politika yasa tasarısı Cumhuriyetçilerin sert blokuyla karşılaştı. İki tarafın siyasetçileri ülkenin sorunlarını çözmeye mesai harcamak yerine, son 8 yılı birbirlerini bloklamak için harcadılar. Siyasetin itibarı kimsenin derdi olmadı.
Cumhuriyetçi Parti gerek 2008’de, gerekse de 2012’de Obama’yı alt edebilecek bir lider üretemedi. Muhafazakar kanat tam da Bush ailesinin yeni temsilcisi olan Jebb Bush’un 2016 için “kaçınılmaz adaylığına” alıştırılıyordu ki, oyuna 3 outsider (harici) oyuncu girdi : Emlak kralı Donald Trump, beyin cerrahı Ben Carson ve HP’nin eski CEO Carly Fiorina…
Siyaset tecrübeleri sıfır olan bu 3 aday, sergiledikleri performansla partinin ağır toplarını tümden geride bırakmayı başardılar. Amerikan halkı siyasilerden o kadar soğumuştu ki, yeni isimlerin zamanı gelmişti.
“FAKİR AMA GURURLU” DEĞİL, “ZENGİN VE NARSİST”
Donald Trump adaylığını anons ettiğinde müstehzi değerlendirmelerle karşılandı. Bir kaç ay içinde yaptığı gaflar, agresif hücumları, rakiplerini küçümseyen sivri dili ve pervasızlığı nedeniyle NBC ve FOX TV gibi kimi medya kuruluşlarının sansürüyle karşılaştı.
Trump zenginliğini göstere göstere kampanyasına başladı. En sık kullandığı cümlelerden biri “Benim en güzel tarafım zengin olmam.” Sık sık bankada 7 milyar dolarının olduğunu dile getiriyor.
Cumhuriyetçi adayların TV’de kapıştıkları ilk düelloda, ön seçimi kaybederse diğer adayları desteklemeyeceğini, çünkü buna layık olmadıklarını söyledi. Rakiplerini kuklaya benzetti.
Bir rakibi “Adaylığı kaybetme riskine karşı kendini peşinen korumaya alıyor çünkü kendisi siyasetçileri satın almaya alışkın” dediğinde Trump, “Doğru, buradaki birçok siyasetçiye para verdim. Hillary Clinton da buna dahil. Para verdim, o da düğünüme katıldı”diye cevap verdi.
“POLITICALLY INCORRECT”
Tabulara saldırıyor, rakipleriyle alenen dalga geçiyor. Twitter hesabından sadece rakiplerine değil, medya mensuplarına da hakaret yağdırabiliyor.
Trump’un siyasi doğruluk gibi bir derdi yok. “Amerika’nın siyasi doğruculukla uğraşacak vakti yok. Başımız dertte. Artık kazanamıyoruz. Ticarette Çin, sınırlarda Meksika bizi dövüyor. Önüne gelen bizi yeniyor. Ben seçilirsem Çin’i sürekli döveceğim” diyor. Japonya’ya karşı tavrı da farklı değil: “Japonlar bize milyonlarca otomobil satıyor. En son ne zaman Tokyo’da bir Chevrolet gördünüz? Amerika için neyin doğru olduğunu ben bilirim” diyor.
Kampanyasının sloganı: “Amerika’yı yeniden büyük yapalım.”
Siyasetçileri devamlı küçümsüyor. Eleştirileri sadece Obama ve Demokratlarla da sınırlı değil. Cumhuriyetçi eski başkanlar da Trump’un sivri dilinden paylarını alıyor.
Örneğin, TV’deki ikinci tartışma programında Jebb Bush’a kardeşi eski başkan George W. Bush’un için “Senin kardeşin o kadar kötüydü ki, başımıza Obama belasını o sardı. O kadar büyük felakete yol açtı ki, ardından Lincoln gelse seçilemezdi” diye eleştirdi.
CİDDİYET YERİNE EĞLENCE
Siyasi alanda kazanamayacağı ciddi tartışmalara girmektense, eğlenceye yönelmeyi tercih ediyor. O kadar ki, kendisiyle dalga geçilmesine aldırmıyor, hatta kendisi bile kendisiyle alay ediyor.
Örneğin ünlü sunucu Jimmy Fallon’un Trump kılığına girip kendisini tiye alan videolarına tepki göstermek yerine, “Donald Trump aynada kendi kendisiyle röportaj yapıyor” adlı videoda bile Fallon’la birlikte oynadı. (Bakınız: https://www.youtube.com/watch?v=c2DgwPG7mAA)
ODAKLANMANIN ZAFERİ
Bütün bunlara rağmen Trump’un şimdiye kadar elde ettiği sonucu pazarlamanın en temel kuralıyla izah etmek mümkün: Odaklanma.
Trump’ın odağı göçmenler. Önceliği ise Meksikalılar. Meksika sınırına duvar öreceğini, bedelini Meksikalılardan alacağını ve yasadışı 11 milyon Meksikalıyı geri göndereceğini söylüyor. “Ülkeye uyuşturucu getiriyorlar, durmadan suç işliyorlar. Bunların hepsi tecavüzcü”diyebiliyor. Kendisine ısrarla soru sormak isteyen Meksika kökenli bir gazeteciyi basın toplantısından kapı dışarı attırabiliyor.
Suriyeliler konusunda da benzeri şekilde davranıyor. Amerikanın şu ana kadar kabul ettiği Suriyeli mültecilerin tamamımı geri göndereceğini söylüyor : “200 bin Suriyeli mülteciyi almak istediğimizi duyuyorum. Bunlar IŞİD militanı olabilirler. Düşünün 200 bin kişilik ordu!” diyor ve ekliyor “Kazanırsam hepsi geri gidecekler!”
SİYASETİN SONU MU, YENİ POPÜLER SAĞ MI?
Özetle Trump “Çay Partisi milliyetçiliğini” popülizmle aynı pota eritiyor. Aşırı muhafazakar tabana sesleniyor. Ancak söylemleri Cumhuriyetçi Parti tabanında beğeni kazandığı kadar tepki de görüyor.
Her ne kadar bugün en önde koşuyor olsa da, Donald Trump’ın Parti elitlerinden onay alıp alamayacağını kestiremek zor. Çünkü parti ruhunun eninde sonunda bu yarışa müdahale etme ihtimali var.
Zira Trump’ın popüler çizgisinin partiye seçim kaybettirebileceği çok konuşuluyor. Örnek olarak ta Trump gibi siyaset dışından gelip önseçim kazanan ve Demokrat Parti’nin adayı olan George McGovern’in Nixon karşısında 50 eyaletin 49’unu kaybettiği 1972 Başkanlık Seçimleri gösteriliyor.
MediaCat, Kasım 2015