Amerika’daki seçimlerin seyri nasıldı? Dünyanın ve hatta Türkiye’nin bu kampanyalardan etkileneceğini söylüyorsunuz. Türkiye nasıl etkilenecek?
Siyasetin iletişimi bundan böyle “Obama öncesi” ve “Obama sonrası” olarak tanımlanacak. Amerikan başkanlık seçimleri son 50-60 yıldır benzer strateji ve tekniklerle yürütülüyordu. İlk defa Obama farklı bir kampanya yaptı. Belki de Obama’nın getirdiği en önemli yenilik, finansman ve örgütlenme cephesinde oldu. Obama öncesinde finansman sağlayıcısı büyük şirketler ve zengin çevreler olurdu. İngilizce fat-cat” denilen (şişman kedi) finansörler aracılığıyla kampanya yapılırdı. Obama kampanyası ilk defa büyük sermayeye muhtaç kalmaksızın başarılmış bir kampanyadır. Yaklaşık 3,5 milyon insanın bireysel katkısıyla, dünya tarihindeki en büyük bağış olarak 850 milyon doların üzerinde bir finansman yaratıldı. Obama ilk defa sandık başına gitmeyen gençleri ve umutsuzları ikna etti, örgütledi ve sandığa taşıdı. İnternetin imkanlarını o kadar iyi kullandı ki, 10 milyonu aşkın genç Obama siyasetinin gönüllü ordusu oldu. Gençler internet aracılığı ile siyasete ilgili hale getirildi.
Daha önce nasıl yapılıyordu?
Roosevelt, ilk kez radyoyu kullanarak başkan seçilmiştir. Eisenhower ise ilk kez televizyon sayesinde başkan seçilmiş lider olarak tarihe geçmiştir. Bu liderlerden sonra Obama, ilk kez internet aracılığıyla başkan seçilmiş oldu. Obama öncesi bütün kampanyaları analog kampanya olarak tanımlayabiliriz. Obama kampanyası ise ilk dijital kampanyadır. Seçmenle direkt, gündelik, etkileşimli ve devamlı teması internet aracılığıyla sağlayan çığır açan bir kampanyaydı bu.
Diğer adaylar interneti kullanmadı mı?
Kullandılar elbette ama, Obama’nınki farklıydı. İlk ön seçimde, Iowa’da, bütün medya, siyasi analistler, yorumcular, danışmanlar oy birliğiyle ön seçimleri Hillary Clinton’un alacağını hem de açık ara alacağını düşünüyorlardı. 4 Ocak 2008’de sert kış koşulları nedeniyle olsa olsa 80–90 bin seçmenin sandık başına gidebileceği ve ağırlıklı olarak Hillary Clinton’a oy vereceği tahmin ediliyordu. Obama o gün sandık başına 270 bin seçmen yığdı. Ağırlıklı genç seçmenler..Gençler sandık başına gittiler, hatta, çevrelerini de yönlendirdiler. Dünya tarihinde ilk kez seçmenin ikna edilmesi, motivasyonu, mobilize edilmesi ve kampanya sürecinde yaşlı kuşak siyasetçilerin anlamadığı bir şey olmuştu. İnterneti ancak haberler veya hava durumuna bakmak için kullanan bir kuşağın temsilcileri olarak o yaşlı siyasetçiler bu patlamayı hissedememişlerdi.
Sözü Türkiye’ye getirirsek…
Türkiye’deki bugünkü siyasetçilerin önemli bölümü Obama’nın rakipleri gibiler. İnternetin ne olduğunu, nasıl kullanılacağını henüz bilmiyorlar. Bu açıdan da en azından bu seçimde diyelim, internetin imkanlarını Obama kadar kapsamlı şekilde kullanabilme kapasiteleri yok. Nadir örnekler çıkabilir ama bunlar da büyük oyuncular olmayacaklar.
Ülkemizde gençlere yönelik böyle bir çalışma var mı peki?
Son zamanlarda seçim karargahlarında çeşitli toplantılara katılıyorum. Seçime çok az kaldı ama şaşırarak şunu görüyorum. İnternet üzerinden neler yapabiliriz diye daha yeni konuşuyorlar. Geçmiş olsun! Artık bundan sonra bir şey yapabilme şansı yok. Obama daha yola çıkarken hangi mecrayı kullanarak hangi hedef kitleye ulaşması gerektiğine karar vermişti.
Bizde bu kadar profesyonel yaklaşımlar olmuyor sanırım.
Çabalar var ama siyasetçi anlamıyor. “Her iyi kampanyanın arkasında iyi bir reklamveren vardır” deriz biz. Eğer reklamveren sizin ne dediğinizi anlama düzeyinde değilse, ne dediğinizi anlamıyorsa istediğiniz kadar anlatın, masal dinler gibi dinler ama ikna olmaz, uygulamaz.
Geleneksel kampanyalar da aynı işi görmüyor mu?
İnterneti kullanmak ile kitlesel mecraları kullanmak arasındaki fark şu: Kitlesel mecralardaki kampanyalar, -göreceli olarak- hedef kitlesini net olarak bilemeyen insanların kullandığı mecralardır. Bu nedenle “olsa olsa hesabı yaparak” kitlesel mecra kullanırsınız ve elinizdeki kurşunları rastgele sıkarsınız. Burada nişan almadan ateş etme hali, hedefi yaylım ateşine tutma hali sözkonusudur. Çünkü, spesifik olarak kime seslendiğinizi bilmediğiniz bir durumunuz vardır. Gazetede, televizyonda, sokakta, hedef kitle herkestir. Siyasetin hedef kitlesi genelde herkestir ama, seçim herkese seslenerek kazanılmaz. Seçim kazanmanızı sağlayabilecek kesim kararsızlardır, sandık başına gitmeyenlerdir. Eğer siz bu kesime ulaşabilecek bir dataya sahipseniz, o zaman kitlesel mecralara gitmenize, devasa harcamalar yapmanıza gerek yoktur. Gri alandaki seçmenlerle doğrudan iletişime geçmeniz size yetebilir. İşte internet buna imkan veren, doğrudan nokta atışı yapabileceğiniz bir mecradır.
Seçmen interneti bilmiyorsa yine kullanamazsınız…
Evet, kullanamazsınız. Aslında Amerika’dakine çok benzer bir durum bizde de söz konusu. Türkiye’de de gençler sandık başına gitmiyor, siyaseti kirlenmiş olarak kabul ediyor ve “yaşlı işi” olarak gördükleri siyasetten ve siyasetçilerden uzak duruyorlar. Dolayısıyla o gençleri kazanmak adına, onlarla aynı dili, aynı ortamları kullanan kafa yapısına sahip siyasetçilere ihtiyaç var. Bu seçimde belki bazı denemeler olacak ama, bu saatten sonra başarılı olabilme şansları yok diye düşünüyorum.
Kazanan tesadüfen mi kazanacak?
Bazen kazanmanız için rakiplerinizin sizden daha iyi kampanya yapamaması da yeterli olabilir. Şu anda ülkemizdeki siyaset pazarının lideri olan iktidar partisinin, habire seçim kazanıyor olmasının önemli bir nedeni, varolanların en iyi olması değil; rakiplerinin yeterince etkin kampanya yapamamasıdır.
ABD’de çok büyük PR çalışmaları yapılıyor. Türkiye’de bu yönde bir yöneliş var mı?
Bazı siyasetçiler bir şekilde tesadüfen bu işleri yapıyorlar. Geçenlerde bir adayla görüştük. Yanında PR danışmanı da vardı. Şunu anladım ki, yola yeni çıkmışlar ve birbirlerini henüz tanımıyorlar bile. Kime seslenelim, hangi mesajı kullanalım, sloganımız ne olsun’u seçime 6 hafta kala tartışıyorlar. Obama “umut” ve “değişim” sloganlarını bu kampanya için bulmuş değil. Obama’nın hayatının son 25 yılı bu iki kelimenin etrafında geçmiş. Obama ne demesi gerektiğini ve ne yapması gerektiğini bilen bir lider.
Siz siyasal iletişimcisiniz, yıllardır siyasi danışmanlık yapıyorsunuz. Aynı zamanda reklamcısınız. Siyasetçilerin reklamı nasıl değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Pazarlamada başarının ön şartı, iyi kurulabilmiş bir reklamveren – ajans birlikteliğidir. Ticari markalar için geçerli olan bu genel kural siyaset için de geçerlidir. Örneğin 80’li yıllarda başarılı olmuş ANAP ve SHP’nin başarmalarının bir nedeni budur. Her iki parti de uzun yıllar aynı ekiplerle çalışmıştır. Şu anki iktidar partisinin başarısının bir nedeni de, çok uzun yıllar aynı iletişim ekibiyle çalışmasıdır. İki taraf birbirini tanıyor, anlıyor, güveniyor ve ona göre bir kampanya çıkıyor. Seçime 5–6 hafta kala bir ajansla temasa geçerseniz, eşyanın tabiatı gereği sizin için doğru iletişim stratejileri ve kampanyaları yapılamaz.
Türkiye’deki seçmen portresini nasıl çizersiniz? Halk ne bekliyor siyasetçiden?
Seçmen, gündelik hayatını iyileştirebilecek alternatifler arasından birisine karar vermeye çalışıyor. Seçmenin ana derdi, hayatının iyileştirilmesidir. Halk, siyasetin bunu nasıl yapacağıyla fazla ilgilenmez. Yani siyasetçi parayı nereden yaratır, nasıl bulur ve topluma hangi yolla dağıtır bununla ilgilenmez. Kimin yapabileceğine bakar. 80’ler, 90’lar çok sıkıntılı bir süreçti Türkiye için. 80’de bir askeri darbe oldu ve arkasından yeni bir ekonomik model denendi. 90’larda Türkiye ayrılıkçı terör meselesiyle haşır neşir oldu ve bunaldı. 2000’lerin başında ise ülke tarihindeki en büyük ekonomik krizle başbaşa kaldı. Bütün bu çalkantıların yaşandığı süreçte seçmenlerin beklentisi hep aynı oldu: Gündelik hayatının iyileştirilmesi. Öte yandan seçmen çatışma ikliminde tercih yaparken, değerler siyaseti denkleminde kendisine yakın duran alternatiflere de yöneldi, ama az ama çok! Genel olarak Türkiye’deki seçmenin diğer demokrasilerdeki seçmenden farklı olduğunu söylemek mümkün değildir. Yeryüzünde yaşayan herkes gibi Türkiye’de yaşayan her seçmen de siyasetten sorunlarına çözüm bulmasını istiyor. Hem gündelik, hem güvenlik hem de değerler sorununa.
Türkiye’deki siyaseti şekillendiren ana unsur nedir sizce?
Bizde siyasetin bugünlerde ön planda tuttuğu konu değerler siyasetidir. Ama seçmenin oy kullanma saiklerinin detaylarına vakıf olduğunuzda, değerler siyasetinin o kadar etkin ve ön planda olmadığını bilirsiniz. Örneğin 2002 ve 2007 seçimlerindeki seçmen yönelişlerine baktığınızda, etkin motivasyonun değerler siyaseti değil, ekonomi olduğunu görürsünüz. Siyasetin ana oyuncuları seçmeni etkilemek için daha çok değerlerle ilgili mesaj geliştirmek için vakit harcarken, seçmen daha çok ekonomik saiklerle oy vermiştir. Başka bir ifadeyle, ülkemizdeki mevcut iktidar partisinin iktidarda iken oylarını artırmasının asıl nedeni, değerler siyasetinden beslenmesi değil, ülkedeki ekonomiyi iyileştirmesidir. Şu ya da bu şekilde iktidar, bir yerlerden para buldu ve iktidarda olduğu süre içinde insanların ekonomik anlamda rahat etmesini sağladı. Ve bu rahatlatma da iktidarın oylarını artırdı. Seçmen Amerika’da, Almanya’da, İsrail’de nasıl davranıyorsa Türkiye’de de öyle davranıyor..
2008 için neler söyleyeceksiniz?
Seçmen açısından aynı durum söz konusu olacak. Örneğin şu çok rahat gözüküyor. Yeni ve güçlü bir siyasi akım, yeni ve umut dolu bir siyasi lider ortalıkta gözükmediği için iktidar partisi yine şanslı ve yine büyük parti olacak. Her ne kadar dünyadaki finansal krizin etkileri Türkiye’yi de vurmaya başlamış olsa da henüz kitlesel olarak can yakıcı seviyede değil. Öte yandan diğer siyasi alternatifler yeterince ikna edici kampanyalar yapamıyorlar. Tüm bunlardan dolayı iktidar partisinin kaybı dünyadaki iktidar partilerinden daha az olacak gibi görünüyor. Hükümet Mart sonuna kadar krizin etkisini bu seviyede tutmayı başarabilirse ben başka bir senaryo göremiyorum.
Seçmenin tercihi ekonomik gidişe göre değişir mi?
Türkiye’de ekonomik kriz derinleşirse iktidar partisinin durumu da değişebilir. Çünkü seçmen krizin neden geldiğine bakmaz. Krizin arka planını çok düşünmez, iktidarı cezalandırır. 2002’de bunu gördük zaten.
TRT Vizyon Dergisi için Aynur Çelikcan ile yapılan söyleşiden, 13 Şubat 2009