Rejimin değişmesi korkusu HDP’nin barajı aşmasına yardım edebilir…


Elektrik kesintisi, Savcının öldürülmesi ve Emniyet Müdürlüğü’ne saldırı tartışmalarının bir ayağını da, “olayların seçimi nasıl etkileyeceği” sorusu oluşturuyor. Siz nasıl değerlendirirsiniz? 
Bir süredir siyasette, toplumda, ekonomide, her tarafta çok yüksek bir gerilim oluştu. Bu gerilimin sonuçlarını izliyoruz biraz. Muhtemelen iktidar ve iktidara bağlı çeşitli güçler, bu seçimlerde başlangıçta planladıkları sonuca kolay kolay erişemeyecekleri noktasına geliyorlar. Bu nedenle de bazı şeyleri tetikleyebilecek birtakım hamleler yapıyorlar. 
O halde, olayların arkasında zayıflayan, düşüşe geçen AKP olduğu analizine katılıyorsunuz?
Burada tam olarak “evet, bunu iktidar partisi bilerek ve isteyerek yapıyor” diyemeyiz. Ama sonuçlarından en fazla iktidar partisinin fayda gördüğü aşikar. 
Bu işlerde doğrudan herhangi bir kimseyi suçlamak çok mümkün değildir. Ama gerilmiş ortamı kendi lehlerine kullanabilecek şekilde tetikleme becerisine sahip bazı siyasiler ve odaklar bu işlerle birlikte algılanabiliyor. Görünen o ki bunlar sıradan ve tesadüfü olaylar değil. Bir şekilde organize ve birbirini tetikleyen bir dizi etkinlik var diye hissediyoruz. 
Muhtemelen bunların devamı da gelecek. Seçime kadar devam eder mi, devam ederse seçim sandıklarına kim sahip çıkabilir, seçim güvenliği mümkün olabilir mi, bunu kestirmek çok zor. 
Bazı durumlarda bazı siyasiler iktidarda kalabilmek için pek çok şeyi kullanabilir. Buna kaos da dahil. 
Ya da çok tehlikeli toplumsal olayları tetikleyebilecek bazı fiillerde bulunmak veya bazı sözler sarf etmek de buna dahil olabilir. Siyasi partiler seçim kampanyalarını umut üzerine kurulabileceği gibi, korku üzerine de kurulabilirler. Bunun dünyada da çokça örneği var. 
Bizde daha çok korku üzerine mi kuruluyor?
Bizde özellikle de 17-25 Aralık’tan sonra iktidar partisinin kampanya ekseni korku üzerine kuruldu. O tarihten beri bir savaş stratejisi uygulanıyor aslında. 
Gerçekte kim olduğunu bilmediğimiz “kimi karanlık güçler Türkiye’ye saldırıyorlar” ve “bu güçlerin Türkiye’ye saldırmasının temel nedeni istikrarın bozulması”, “yükselen Türkiye’nin önü kesiliyor”… Argümanlar böyle!
17-25 Aralık’ta ortaya çıkan suçlamaları tartışmaya bile açmadan, “Ey vatandaş savaş altındayız, buna göre oyunu kullan” deniyor. 
Hatırlarsanız, 30 Mart Seçimlerindeki “Bayrak” filmi tümden bunu anlatır: Gizli karanlık bir el, Türk bayrağını al-aşağıya eder. Onun üzerine her yaştan, her cinsiyetten, her kökenden vatandaşlar Türkiye’nin her köşesinden koşarlar; el birliği ile bayrağı yeniden göndere çekerler. Arkasından gelen “Dombra” şarkısı, ve nihayetinde 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yayınlanan “Fors” filmi… Bunların tamamı aynı stratejik kararın, aynı iradenin ortaya koyduğu reklam ya da siyasi iletişim ürünleridir. Doğrusu bunlar çalışmıştır da. 
Dolayısıyla seçmenlerin mobilizasyonunda en güçlü iki duygudan biri olan korku, maalesef bizde bir dönemdir bir hayli etkili bir seçim kampanyası yolu oldu. 
Bu stratejinin AKP’ye oy vermekten vazgeçen ya da kararsız kalan seçmenleri hedeflediğine ilişkin değerlendirmeler var. Katılır mısınız?
Hayır, bu yolun sadece kararsızları etkilemek için kullanıldığını düşünmek çok anlamlı değil. AKP’nin kendi seçmen tabanındaki ayrışmanın durdurulması adına da kullanılan bir yol bu. 
2011 genel seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi gelebileceği en yüksek noktaya gelmişti. Yüzde 49.5 gibi bir seçmen desteğine erişmişti. O tarihte AKP, güçlü liderlikten ekonomiye, seçmenlerin iknasında aşırı medya dahil her türlü aracın kullanılmasına kadar avantajlara sahipti. 
Şimdi ama yasal olarak yeni bir genel başkan ve başbakan var. İkincisi, ekonomi daha iyi değil. Üçüncüsü, özellikle dış ilişkilerde problem var ve toplumsal bir sıkışma var. Bütün bunları üst üste koyduğunuzda AKP’nin 2011’deki destek oranına erişme ihtimali gözükmüyor artık. 
Hele ki, HDP’nin barajı geçtiği koşullarda AKP’nin rejimi değiştirmek için gerekli olduğu söylenen oy oranına erişmesi nereden bakarsanız bakın mümkün gözükmüyor. Yanlı yansız bütün araştırma şirketlerinin sonuçlarını toplayın bölün, ortalama olarak AKP’nin yüzde 40-43 arasında bir oy alacağı görünüyor. 
Dolayısıyla bunları gören bir irade muhtemelen iktidarda kalabilmek için elinden gelen her şeyi yapıyor olabilir. 
Korkudan ziyade umudun yükseltilmesi daha ‘işe yarar’ değil midir? AKP neden umut yerine korku stratejisini sürdürüyor? 
AKP 2002’de iktidara geldiğinde ana mücadele alanları olarak ‘3Y’ diye kısalttığı bir hedef belirlemişti: Yoksulluklara, yolsuzluklara ve yasaklara son vermek. Üç alanda da gelinen noktanın başarısızlık olduğunu net söyleyebiliriz. Türkiye’de yoksulluk derinleşti. Yolsuzluğun tarihde görülmemiş seviyeleri ulaştığı iddia ediliyor. Keza yasaklar da 12 Eylül rejimi yasaklarının üzerine çıktı. 
Görülen o ki, geçmişte yaptıkları “umut vaad eden” kampanyalara devam etmeleri halinde bunun sınırlı bir etkisi olacağını hesapladılar ve umut veren kampanyalarla kendi tabanlardaki kaymanın durdurulamayacağını hesapladılar. 
Dolayısıyla bu seçimde, AKP’nin ikili bir stratejiyle seçmen karşısına çıkacağını öngörebiliriz: Bir taraftan derin korku ve derin savaş stratejisi… Diğer taraftan da ekonomik alanda çeşitli kesimlere dönük açıklamalar. 
Nitekim son olarak emeklilere 100 lira verileceğinin söylenmesi, bu alanda peş peşe bir sürü umut verebilecek politikanın gelebileceğini bize söylüyor. 
Değindiğiniz üzere, 7 Haziran’ın öne çıkan ilk vaadi, aynı zamanda polemiği emekliler üzerinden geldi. Kılıçdaroğlu’nun emeklilere iki ikramiye sözünü noter onaylı vermesini siyaset iletişimcisi olarak nasıl değerlendirdiniz?
Noteri bir iletişim aracı olarak kullandığınızda şunu diyorsunuz; “Benim sözlerime inanmıyorsunuz biliyorum, ama hiç olmazsa bu belgeye inanın!” Çok dramatik… 
Türkiye’de, “siyasiler iktidara gelene kadar çok şey söyler ama iktidara geldiğinde sözlerini tutmaz” gibi bir genel kanı vardır. Noter onayı, bu genel kanıya ilişkin bir çözüm olarak kodlanmış gördüğüm kadarıyla. 
Ama bu durum, Kılıçdaroğlu’nun kendi kendine yaptığı o kadar büyük bir haksızlık ki…
Neden?
Birincisi, bundan sonra Kılıçdaroğlu’nun “noter onayıyla söylemediği sözlere nasıl inanacağız?” noktasına götürüyor bizi. Vaadin kendisi yeterince güçlüyken, notere tasdik etmek çok sıkıntılı bir durum… 
İkincisi, Kılıçdaroğlu daha iktidarda hiç bulunmadı ki verdiği sözünü tutmamış siyasetçi muamelesi görsün. Bunu yapması gereken 13 yıldır iktidarda olup örneğin 3Y’ye ilişkin sözünde duramamış partinin bugünkü lideri Davutoğlu olmalıyken, Kemal Bey yapıyor. 
O anlamıyla sıkıntılı. 
6 Nisan 2015 – Evrensel Gazetesi’nden Serpil İlgün ile röportajdan…

Kampanyalar kararsız gözüken % 15-20 oranındaki seçmen için yapılır.

6 Nisan 2015

Seçmen ideolojiye veya programa değil, lidere oy verir.

6 Nisan 2015