Araştırmacılar bizi aldatıyor mu? Gazeteler ve televizyonlar bilmeden veya araştırmacılarla birlikte taammüden hareket ederek bizlerin tercihlerini manipüle ediyor olabilirler mi? Her seçim sabahı günah keçisi muamelesigören araştırmacılara ve araştırmalara 7 Haziran 2015 seçimlerine doğru giderken nasıl bakmalıyız?
Kamuoyu araştırmaları ve demokrasi
Kamuoyu araştırmaları hemen her demokraside düzenli olarak yapılıyor ve medya tarafından haber konusu ediliyor. Sadece seçimlerle ilgili değil; çeşitli sosyal ve siyasal konularda da kamuoyunun ne düşündüğünü anlamak siyasiler dahil pek çok kişi için önemli. Çünkü araştırmalar, bir toplumun aynada kendine bakması gibidir. Bu yüzden kamuoyunun ne düşündüğü her ülkede medyanın ilgi konusu olur.
Seçimlerden önce yapılıp yayınlanan araştırma sonuçları sadece gündem yaratmaz, olumlu-olumsuz muhtelif tartışmaları da tetikler. O kadar ki, bazı Batı ülkelerinde seçim gününe yaklaşılırken araştırma sonuçlarının yayını yasayla engellenmektedir.
Oysa ki, kamuoyu araştırmaları günümüzde demokrasilerin ve özgürlüklerin olmadan olmazlarından sayılır. Çünkü ancak bu araştırmaların yardımıyla seçim kampanyalarında kimin neden daha fazla oy aldığını veya kimin neden düşüşe geçtiğini anlamamız mümkündür. Araştırmaların yardımı olmadan farklı yaşam tarzlarından, farklı kökenlerden, farklı gelir ve cinsiyet gruplarından ve farklı inanışlardan seçmen kümelerinin tercih ve motivasyonlarını anlamamız imkansızdır.
10 Ağustos ve Türkiye’de araştırmaya sarsılan güven
10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yayınlanan ve Erdoğan’ın %55 ve daha fazla oyla ilk turda seçimi kazanacağını açıklayan anketleri yayınlayan araştırma şirketleri, ülkemizde zaten yaygın olan bir inancı iyice su yüzüne çıkarmıştı: “Araştırma şirketleri parayı verenin sesi gibi davranıyor. Medyayı da kullanarak düşüncelerimizi etkiliyorlar. Oy verme davranışlarımızı tehlikeli şekilde manipüle ediyorlar.”
Seçimlerden hemen sonra Türkiye Araştırmacılar Derneği (TÜAD) harekete geçmiş; kamuoyu yoklaması yapan ve yayınlayan şirketleri araştırmalarını denetlemek üzere bilgi vermeye davet etmişti. İlginçtir, derneğin talebine sadece, Erdoğan’ın seçimleri %57 ile kazanacağını açıkladığı için en çok eleştirilen şirket olan KONDA cevap vermiş ve şirket hem sistemini hem de anketlerini TÜAD denetçilerine açmıştı. Diğer şirketlerin büyük bölümü derneğe cevap vemeye bile gerek duymamış, iki tanesi ise derneğin talebine olumsuz cevap vermişti.
O tarihten sonra dernek sadece KONDA’yı denetlemiş, bu denetleme ile ilgili bir rapor yayınlamıştı. KONDA’nın çalışması ile ilgili dernek denetçilerinin raporu, TÜAD web sitesinde hala mevcut; ilgilenenler oradan okuyabilir.
Seçmen önde giden partiyi /adayı desteklemeye meyilli midir?
Çeşitli demokrasilerde seçimleri yıllardır izleyen, Türkiye’de ise 1983 beri hemen her seçimde -şu ya da bu ölçekte- kampanya yöneten bir stratejist olarak sürekli duyduğum bir argüman var: “Seçmen, kazananın yanında olmaktan hoşlanır; kazanacağını düşündüğü adaya oy verir” Kampanya yöneticileri ve siyasiler bu inançla kendilerini destekleyen araştırma sonuçlarını medya ile paylaşmaya bayılırlar.
Adayı veya partiyi önde gösteren bir kamuoyu araştırması medyada çıktığı zaman, kampanya karargahlarında zafer naraları atılır. Pek çok kez, adayı ve partiyi destekleyen muteber olmayan araştırmaların bile medyada yayınlanması için ne tür çabalar harcandığına da şahitliğim vardır.
Bugünün aşırı kutuplaşmış siyasi – toplumsal yapısında; bağımsız ve ahlaklı davranabilen bir medyanın bile neredeyse kalmadığı düşünüldüğünde araştırmaların ve araştırmacıların tamamının tertemiz olduklarını söylemek de pek mümkün değildir. Çünkü manipülatif anketlere, telefonla ya da sadece online yapıldığı halde böyle değilmiş gibi gösterilen anketlere, anketgörüntüsü altında veri tabanı ve bağış toplama gibi örneklere de sık sık rastlanmaktadır.
Manipülatif anket, son yıllarda ülkemizde giderek daha sık görülür hale geldi. Manipülatif anketlerde kasten yanlı soru formları veya hedeflenen sonuca uygun örneklemler seçilebilmektedir. Dahası, belirli bir adayı / partiyi destekleyen sahte ya da masa başı araştırmalar da yapılabilmektedir.
Peki bu çabalar sonuç verir mi? Gerçekten de araştırmalar seçmen kararını bu denli etkileyebilir mi? ESOMAR kurallarına uymayan, muteber olamayan “Araştırmacıların” kendilerine ödeme yapan siyasilerin seçim kazanması için yaptığı etik dışı manipülasyonlar gerçekten demokrasiyi etkileyebiliyor mu? Medya bilmeden veya taammüden bu manüpülasyonun bir parçası veya asli unsuru mu oluyor?
“Bando vagonu etkisi” mümkün mü?
Sorulara cevap vermeden önce, siyasi iletişimde önemli bir kavram olan “bando vagonu etkisi” kavramından bahsetmek istiyorum.
Gazetelerin ancak birkaç günde ülkenin bir ucuna gidebildiği, radyo, sinema, TV, internet ve mobil gibi mecraların henüz keşfedilmediği 1800’lü yıllarda, Amerikan Başkanlık Seçimleri için adaylar ülkeyi bir baştan diğerine trenle gezerek propaganda yaparlarmış. Ülke çok büyük ve miting yapılacak yerleşim birimi de epeyce olduğu için, pek çok yerde mitinglerini ancak tren istasyonlarında yapabilirlermiş. Zamanla farkedilmiş ki, mitinglere istenen oranda katılım sağlanamıyor ve sadece partililer toplanıyor. Sorunu çözmek ve partili partisiz herkesin dikkatini çekmek için, yaratıcı bir kampanya yöneticisi tren katarına bir bando vagonu eklettirmiş. Yerleşim birimlerine yaklaşırken trenin hızı düşürülürmüş. Bando ağır ağır kasabanın içinde ilerleyen tren katarında yüksek sesle müzik icra etmeye başlayınca ahali meraktan istasyona akın edermiş. Aday da fırsat bu fırsat, toplanan ahaliye propaganda yapmaya başlarmış.
İşte o tarihten beri, seçmen karar ve motivasyonunun yaygın ve güçlü sosyal faktörlerden kolayca etkilenebilmesine, seçmenlerin yalnızca daha fazla insan tarafından kabul edildiği için kimi düşünce ve davranışları benimsemesine “bando vagonu etkisi” denir. Ve başta siyasiler olmak üzere pek çok kişi, araştırma sonucu yayınlamanın seçmen kararını ve motivasyonunu yönlendiren en önemli etki olduğuna inanır.
Oysa ben dahil pek çok stratejist, bunun tam tersi yönde etkileri de olduğunu biliriz: Çünkü, araştırmalarda önde olduğu açıklanan adayın/partinin yandaşları kendilerinden aşırı emin hale gelir ve yarışta gevşeme eğilimi gösterebilirler. Yarışta geride olduğu düşünülen adayın / partinin seçmenleri ve gönüllüleri ise daha sıkı çalışmak için motive olabilirler.
Belki de bunun en öğretici örneklerinden biri 1994 Yerel Seçimlerinde Istanbul’da yaşandı. Üç önemli ve meşhur adayla yarışan Refah Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı adayı konumundaki pek de tanınmayan Recep Tayyip Erdoğan ve destekçileri yarışı asla terk etmedi. Tersine, hem sandıklara muazzam şekilde seçmen taşıyacak motivasyon kampanyaları yaptılar, hem de oyların sayımının sona erdiği ana kadar sandıklardan ayrılmadılar. Sonuçta hiçbir araştırmada şans tanınmayan bir isim olarak Erdoğan o gün kendi kaderinin sahibi oldu.
Anketler önemlidir ama kimseye seçim kazandırmaz.
Seçimlerden önce seçmen davranışları ve kararlarıyla ilgili anket yaptırmanın uygulamadaki asıl amacı, seçimi kazanmanıza yardımcı olacak bilgilere ulaşmaktır. Eğer bir anket bunu yapmayacaksa paranızı başka bir yere harcamanız daha akıllıca olur. Akıllı bir lider veya aday için bir kamuoyu anketinde belki de en az önem taşıyan bilgi herhangi bir anda kimin önde olduğu bilgisidir.
Ayrıca anketler hatasız değildirler. Özellikle de ön seçimler sonuçlanmadan, adaylar belli olmadan veya kampanyalar fiili olarak başlamadan önce yapılmışlarsa. Üstelik seçmen tercihi mekanik değildir. Son dakikada bile değişebilir. Ve diğer seçmenlerin tercihini öğrendiğinde kendi kararını değiştirebilecek seçmen oranı çoğu kez ihmal edilebilecek düzeydedir.
Doğru olan, yeterince anket görmeden kampanyaya başlamamaktır. Ama onlarca anket yapılsa bile, tümden anketlere bağlı kalan bir kampanya yapmak (seçmen davranışlarının tarihini ve zamanın ruhunu tam olarak hesaba katamayacağı için) hatalı olabilir. Bu hatanın faturası ise zannedildiğinden daha yüksek olabilir.
Güvenilir bir kamuoyu araştırması / seçim anketi nasıl olmalıdır?
Her ne kadar peşinen belirli bir araştırmaya yüzde yüz güvenmek mümkün olmasa da, bazı araştırmalar diğerlerinden daha muteber kabul edilir. İşte bir araştırmanın en azından daha güvenilir kabul edilmesi için gereken asgari koşullar:
· Örneklem sayısı güvenilir sonuç üretmek için ön koşul değildir. Güvenilir bir anketin ön koşulu temsiliyettir. Temsiliyet, istatistiki olarak yanlı davranmadan seçmenlerin her kesimini toplumdaki gerçek oranları kadar araştırmada dikkate almak demektir. Dolayısıyla güvenilir anket, soru sorulan insanların sayısından ziyade örneklemin temsili doğruluğuna bağlıdır. Sektördeki ve dünyadaki uygulamalar göstermiştir ki, doğru temsiliyetle seçilmiş 3.000 kişilik bir denek grubu ABD gibi 320 milyonluk bir ülke için bile yeterlidir.
· Bir araştırmaya güvenebilmek veya en azından o araştırmanın ortaya koyduğu sonuçları tartışabilmek için belirli detayların bilinmesi şarttır. Araştırmacı şirketin adı, örneklem sayısı ve oranları, coğrafi alan, anketin yapıldığı zaman aralığı, kullanılan araştırma yöntemi ve sorular açıklanmışsa o araştırmayı en azında tartışılır kabul edebiliriz. Benzer şekilde kararsızların ve oy kullanmayı düşünmediğini beyan edenlerin de açıklanıyor olması güvenilirlik için ön koşuludur.
· Bir diğer koşul, araştırmayı kimin sipariş ettiğinin ve bütçesinin hangi kaynaklar tarafından ödendiğinin bilinmesidir.
· Nihai ön koşul, araştırmayı yapan kuruluşun itibarıdır. TÜAD ve ESOMAR üyesi araştırma şirketleri, en azından belirli kodları ve standartları kabul ediyor olmaları nedeniyle daha fazla güvenilir kabul edilebilirler.
Radikal, 18 Mart 2015
Radikal, 18 Mart 2015